
Söylemek, Konuşmak ve Susmak!
İnsanın ve toplumların, düşüncelerine akıl, duygularına ahlak ve hukuk yön vermediği sürece hürriyetini idrâk etmesi mümkün değildir.
Bireysel vicdanın ve imanın itikadî sorgulaması aklın süzgecinden mahrum olursa korkularının yarattığı putların esaretinden kurtulmak mümkün olmaz. Samimi olmak düşünceyi temiz kılar. Duygusal ikiyüzlülüğü tasfiye eder ve bu da güzel söz olarak tezahür eder. Göründüğü gibi olmayan olduğu gibi görünmeyen elbette susmalıdır artık.
İşte “ya hayırla söyle ya da sus/kul’ul hayr illâ fesükût” denmesi bu nedenledir. Söylemek esastır konuşmak değil. Bazen susarken de çok şey söylenir.
Konuşanı herkes duyar, ama söyleneni işiten bilir. Kişi öyle söylemeli ki sükûn ve sükût insanlığa sulh getirsin, korku gitsin adalet tesis edilsin. Adına hüküm dediğimiz İlahi olarak nitelediğimiz olgu tüm insanları ve insanlığı güzellikle kucaklasın. Yeter ki Mevlâna’nın tâbiriyle “azıksızlık boynunu büksede kişinin hürriyeti kulluğa satılmasın”.
Kul olmak, birilerinin telkin ettiği gibi kişilik haklarını bir siyasal/dinsel sisteme devretmek uğruna haysiyetsizlik yaparak körü körüne itaat etmek değildir. Kelimenin etimolojik kökeninde de “ifade edebilmek söylemek” vardır aslında. Söyleyebilme yani işitilsin diye ahlakî olanı ifade edebilmedir. Çok konuşan sadece duyanların zihnini kirletir bulandırır, söyleyen ise işiten için bal misali ilham olur. Koca Yunus’a bir kulak verelim;
Kaf dağı zerrem değil
Ay u güneş bana kul
Ben kuş dilin bilürem
Söyler Süleyman bana
Yazar Prof. Dr. Mahmut Can Yağmurdur, Ankara, 15 Haziran 2025