Talep ve Tıp
Tıp mesleğinin tüm dünyada günümüzde geldiği nokta gerçekten vahşi kapitalizmin hırs ve yönlendirmesinin baskısı altındadır. Bu nedenle, artık sağaltıcı uygulamalardan ziyade, altında talep yaratmanın yattığı, kişilerde “bunu ben de kendime yaptırmalıyım” hevesine dayalı sağaltıcı olmayan uygulamalara yönlendirilmiştir.
Maalesef, dünyanın en eski mesleği olan tıp göklerdeki konumundan esfel-i safile hızla inmiştir. Ancak günümüzde şarlatanlar elinde salt “para basma” amaçlı hale getirildiğini 32 yılını bu mesleğe vermiş bir hekim olarak ibretle izlemekteyim.
Gerçekten de tıbbî uygulamalar sağaltıcı olanlar ve sağaltıcı olmayanlar şeklinde ayrılmalıdır. Belli uzmanlık alanlarındaki sağaltıcı olmayan uygulamalarda sosyal medya başta olmak üzere etik olmayan kimi fotoğraf vb ile yaratılan “talep patlaması” hekimler arasında alçakça bir rekabet ortamı yaratmıştır. Tıp eğitiminin gerek mezuniyet öncesi gerek mezuniyet sonrası içine düştüğü ama devletin görmezlikten geldiği, akademik unvanların “kaliteli eğitim ve ekol” yaratmak yerine bu ünvanların rant amaçlı elde edilir olduğu bir ortamda acımasız rekabet ortamının hekimlere olan güveni ne denli sarstığı ortadadır. Bir yerde güven sarsılıyor ise o ortamda ön yargı ve şiddet de kaçınılmaz olacaktır.
Oysa tıp etiğinin temelinde bana göre “hastalıkların sağaltılması gereksinimi” hekimlik mesleğini yaratır. Bir başka deyimle, hekim var diye hasta var değil, hasta var ise hekim vardır demek daha doğrudur. Bu yüzden bilimsel tıbbın kapitalist tıp uygulamalarına dönüştürüldüğü neoliberal kapitalist dönemde iki ucu keskin bıçakla karşıyayız. Bunlardan birisi hasta değil hastalık kavramının ön plana çıkarılması ve hastalık var ise doktor vardır mantığıdır. Diğeri ise ki bu alan çok ciddi ve karanlıktır, “hekim var ise hastalık da olmalıdır” mantığıdır. Oysaki hastalığın tanımı yüzyıllar öncesine kadar uzanır. Bu konudaki milieu interior ve hemeostasis kavramlarını meslektaşlarım hatırlayacaklardır.
Bilindiği üzere, nedensel tıp anlamında Hipokrat ile başlayan ve Galen ile devam eden bilimsel anlamda da Rönesans ile süren meslek seyrimizde XIX.yy ortaları ve XX.yy başlarında klinik kavramı artık iyice oturmuş hasta varsa hekim vardır mantığı idealize edilebilmiştir. Üniversitelerdeki tıp eğitimi de bilgiyi adeta kutsayarak, bir yandan savaşların da yadsınamayacak katkısıyla 80’ li yıllara değin bu anlayışla yoluna devam etmiştir. Ancak son 40 yıl içerisinde Wissema’nın ortaya attığı bilgi para ilişkisine yön veren üniversite anlayışı bilginin kutsallığını paranın satın alma gücüne kurban etmiştir.
Üniversitelerin bu anlayışla güya yeniden yapılandırılması gayretkeşliğinden en çok tıp fakülteleri nasibini almıştır. Ülkemizde de henüz tam gün tartışmalarının yeni bittiği darbe döneminde darbe ürünü bir anlayışla kurgulanan 1982’deki düzenlemelerle uzmanlık eğitiminin yüksek lisans eşdeğeri kabul edilmesi, sonraki dönemlerde doçentlik unvanının elde edilmesinin gittikçe kolaylaştırılmasının da yolunu iyice açmış akademik ünvanların muayenehane için gerekli olduğu anlayışını yerleştirmiş ve sonuçta ülkemizde “bilim tabir caizse film olmuştur”. Son zamanlarda 6 Ekim 2022’de muayenehane hekimlerinin çalışmasıyla ilgili olarak Sağlık Bakanlığı tarafından anayasanın 48. ve 65.maddelerine aykırı olarak çıkarılan yönetmelik bir anlamda bu son 40 yıl boyunca yaşanan derin çarpıklıkların sözde düzeltilmesi amacından çok ama çok uzaktır.
Kabul etmemiz gerekir ki “hastalık var o halde hekim de var, o halde hastalık yaratalım” diyerek sağaltıcı olmayan uygulamaları pompalayan neoliberalist mantıkla, egosunu ve kibrini aklının önünde tutan doktor ünvanlı “paragöz” riyakârlığa prim verilmiştir. Bu tarzda kişilerin rant uğruna ortaya koydukları eylem ve söylemlerden “dürüst hekimlerin” de zarar gördüğü gerek kamu gerek özel tababet ortamında artık zaten iyi hekim yetiştirmekten aciz aşırı göç almış ve almakta olan ülkemizde, bunun bedelini halkımız orta vadede çok ciddi olarak ödeyecektir.
Bugünler henüz iyi günlerdir. Gelecek, bir yandan hırsı ve kibri ile tavan yapmış egolarının zebunu olan kimi doktorlar, bir yandan da “estetik ya da güzellik” heveslisi kendisiyle barışık olmayan sağaltıcılık ile alakasız uygulamaların talepkârı kitleler yüzünden hekimlik ve hekimler adına çok parlak değildir. Üzülerek söylemeliyim ki artık herkesin bir bedeli vardır.
Yazar Dr. Mahmut Can Yağmurdur, Ankara, 10.12.2022