Transhümanist Devrim…

Transhümanist Devrim…

“Kimse güne para istiflemek için uyanmaz.” Zuckerberg

1957’de, Sovyetler’in Sputnik’i fırlattığı ve dünyayı yeni bir bilim çağına taşıdığı yıl, Huxley “Transhümanizm” adlı makalesinde şunları söylüyordu: “İnsan türü isterse kendini aşabilir; sadece gelişigüzel aralıklarla, o yönüyle biri bu yönüyle öbürü şeklinde değil, insanlık olarak topyekûn. Bu yeni inanç için bir isim gerek bize. Transhümanizm anlamı karşılar belki: İnsanın insan olarak kalması ama insani doğasının yeni olasılıklarını ve insani doğası adına olasılıkları gerçekleştirerek kendini aşması… İnsan türü yepyeni bir varoluşun eşiğinde olabilir; bizim varoluşumuz Pekinli birinden ne kadar farklıysa, bizimkinden o kadar farklı bir varoluşun eşiği. Gerçek kaderini nihayet bilinçli bir şekilde yerine getirecek olan bir insan.”

Bugünkü tema Transhümanizm.

Kavramsal olarak Transhümanizm: İnsanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerini artırmak, hastalıkları yok etmek, insanın ömrünü uzatmak ve hatta ölümsüzlüğünü sağlayabilmek için teknolojiden yararlanılması gerektiğini savunan, dünyada fazlaca kabul gören ve destekçisi olan düşüncenin adıdır. Özellikle Amerika’da fazlaca destekçi toplayan, Silikon Vadisi’nde birçok şirketin üzerine çalışmalar yaptığı transhümanizm; son yıllarda adını sıkça duyduğumuz ve duymaya da devam edeceğimiz bir kavram olarak ön plana çıkıyor. Başta Google olmak üzere pek çok ulusötesi dijital teknoloji üreten şirketler, transhümanizm görüşünün çerçevesinde teknolojiler geliştiriyor. İnsan zihninin makinelere aktarılması, zihne birtakım çiplerin yerleştirilmesi ve bu sayede insanın beyninin tamamını kullanmasının sağlanması, insanın kendine ait uzuvların yerine daha güçlü ve işlevsel mekanik parçalar eklenmesi, bu düşünce çerçevesinde atılan adımlardan sadece birkaçı.

YZ bilişsel işlerde pek çok insanın yerini alabilecek noktaya geldiğinde işe yaramaz insanlara neler olacak?” sorusunun yanıtı da Harari’den: “Bunun yanıtını Kur’an’da, İncil’de veya Konfüçyüs’ün Seçme’lerinde bulmak imkânsızdır. İşte, yeni Tekno-dinlerin Afganistan mağaraları ya da Ortadoğu medreselerinden doğması pek olası değil! Yeni dinler araştırma laboratuvarlarında büyüyüp serpilecekler. Bu bağlamda ‘Tekno-dinler‘ de algoritmalara ve genlere dayalı bir kurtuluş vaadiyle dünyayı fethedebilir. Teknoloji odaklı tanrısız bu yeni cesur din artık Silikon Vadi’sinde mayalanmakta…Mutluluk, barış, refah, hatta ebedi yaşam gibi kadim sözler, ilahi varlıklarca değil teknoloji aracılığıyla sunulmakta…. Üstelik tüm bunlar, ölümden sonra yerine bu dünyada vaat ediliyor!”

“Bir gün isteğimize bağlı olarak çocuklarımızın şu veya bu karakter özelliğini; zekasını, boyunu, posunu, fiziksel gücünü veya güzelliğini artırmak mümkün olacak mı; cinsiyetlerini, saç veya göz renklerini seçebilecek miyiz? Daha o noktaya ulaşmadık, teknik ve bilimsel düzlemde aşılması gereken hâlâ birçok engel var ama en azından teoride artık hiçbir şey imkânsız değil. İnsanın insan üzerinde sahip olduğu bu yeni gücün; etik, politik, ekonomik ve manevi olarak yakın gelecekte önümüze çıkaracağı devasa soruları önceden kestirebilmeliyiz. Elinizdeki kitabın tüm hedefi işte bu soruları sormaya çalışmak, onları en ince ayrıntılarına kadar çözümleyerek açık hale getirmek ve böylece temel meseleleri şimdiden su yüzüne çıkarmak,” diyen Luc FERRYiç içe geçip birbirini tamamlayan ve yakın geleceğe damgasını vuracak dört temel teknolojinin (nanoteknoloji, biyoteknoloji, enformatik-büyük veri ve nesnelerin interneti ile bilişsel bilim-yapay zekâ) insanlığın önüne çıkaracağı olanakları ve yeni risk unsurlarını değerlendirdiği, ülkemizde ilk basımı Ocak 2023’de yapılan “TRANSHÜMANİST DEVRİM-Tekno-tıp ve dünyanın überleşmesi hayatlarımızı nasıl altüst edecek? adlı eserini derledim ve paylaşıyorum.

Bu safhada öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:

* Ömür uzatmak pahalı bir imkân olacak ve bu koşullar altında servet farklılıkları hiç olmadığı kadar katlanılmaz bir hale bürünecek. Çünkü mesele zenginlik-fakirlikten çıkıp hızla yaşam ve ölüm sorunu haline gelecek. Nüfus bakımından da türlü problemler ortaya çıkacak: İnsanların kolay kolay ölmediği bir durumda nüfus patlamasından nasıl kaçınılacak? Çocukların artık olmadığı bir dünyada yaşama kararına mı varılacak? Başka gezegenleri kolonileştirmemiz gerekecek mi?

*Artık ünlenmiş bir sloganda dendiği gibi, eğer görünüşte hiçbir şey ödemiyorsanız, “aslında ürün sizsiniz” dir. Bu ifade Apple’ın patronu Tim Cook’a atfedilir, böylece Facebook ve Google’ın sinsi karlarını eleştirmeyi hedefler. Google’ın arama motorunu kullandığınız için, ücretsiz bir günlük gazeteyi okuduğunuz için veya bir PDF dosyasından yararlandığınız için bir ödeme yapmazsınız. Fakat bu hizmetler başka müşterilere de yöneliktir, bu müşteri şirketlerin bir reklam koymak ya da bir PDF oluşturmak için yüklü ödemeler yapmaları gerekir. Pazarın bir tarafı bedavadır, ötekisi ücretli: ‘iki­yüzlü pazarların’ özelliği işte budur,”

* Burada artık insanın basitçe “onarılmasından” değil basbayağı “yükseltilmesinden” bahsediyoruz. Bir örnek verelim. Bugün Fransa’da 40 bin civarı insan gece körlüğü adı verilen genetik, dejeneratif bir hastalıktan mustarip. Bu hastalık, pençesine aldığı insanları yavaş yavaş kör ediyor. Derken bir Alman firması elektronik bir çip geliştirdi; hastanın retinasının arkasına yerleştirilen bu çip, yaşamının büyük bir kısmında hastanın görmesini sağlıyor. Çip, göze gelen ışığı elektrik sinyallerine dönüştürüyor, daha sonra bunları büyütüp bir elektrot vasıtasıyla retinaya iletiyor, öyle ki bu sinyaller görme sinirinde normal yoldan beyine ulaşıyorlar ve orada görüntülere dönüştürülüyorlar. Yakın zaman öncesine kadar böyle bir şeye bilimkurgu deyip geçileceğini unutmamak lazım; geçtiğimiz yüzyılın başında biri çıkıp da bir gün böyle bir şeyi başaracağını söyleyecek olsaydı, zamanın en iyi bilim insanları kuşkusuz ona şarlatan der geçerdi! Bugünse bu bir olgu, hatta pek çok insan buna şaşırmıyor bile.

* Konu hakkında kitap yazmayı düşündüğümü arkadaşım Amire Compte-Sponville’e söylediğimde, yüzünde hafif bir ironi ifadesi ve şüpheci bir ses tonuyla bana şöyle dedi: “Ama Luc, yaşlılık ve ölüm hastalık değil ki!” Kesinlikle, tamamen haklı, hele de bu musibetlerin bizim küçük ölümlü varlıklarımız için oldukça gerçek faydaları olduğu düşünüldüğünde-çünkü Darwin üzerinden meseleyi türün devamlılığı açısından ele alacak olursak, bireyin bir kez genlerini aktardıktan sonra yeryüzünde yapacak pek bir şeyi kalmaz. Sponville’in muhteşem eseri Dictionnaire Philosophique’te “yaşlılık” bahsini açan şu satırlar son derece açıklayıcıdır: Yaşlanma bir canlıdaki yıpranmadır; onun performansını (var olma, düşünme, hareket etme gücünü) azaltır ve onu ölüme yaklaştırır. Dolayısıyla bu sürecin bir evrimden çok içe çekilmeye, ilerlemeden çok gerilemeye benzediği ortadadır. Yaşlılık bu sürecin sonucu olan haldir; tanımı gereği pek istenmez (kim genç kalmayı tercih etmez ki?); yine de neredeyse herkes onu ölüme tercih eder. Çünkü yaşlılık hâlâ bir şey iken ölüm hiçbir şeydir.

* Yaşayan en önemli biyologlardan biri olan arkadaşım Jean-Didier Vincent, gün gelip “sadece anneannemizin çay takımı gibi,” yani kırılarak ve dikkatsizlik sonucu öleceğimizden emin olduğunu söylüyor. Böyle bir durumda, yani (neredeyse) ölümsüz olsaydık ne yapardık? Hâlâ çalışmayı, fabrikaya veya büroya gitmek üzere erkenden kalkmayı ister miydik? Can sıkıntısı ve tembellik ele geçirmez miydi bizi? Onlarca yıl boyunca var olduğumuz bir hayatta hâlâ yeni bir şey öğrenmek ister miydik? Hâlâ büyük işler başarmak, kendimizi mükemmelleştirmeye devam etmek ister miydik? Aşk hikayelerimiz bezdirici bir hal almaz mıydı? Çocuk sahibi olmayı hâlâ diler miydik ya da bunu yapabilir miydik?

* Transhümanist hareketin en temel özelliklerinden biri; temel amacı onarmak”, hastalıkları ve patolojileri sağaltmak olan geleneksel tedavi edici tıp paradigmasından insanı yükseltmeyi, “artırmayı” amaçlayan “daha üst” bir modele geçme girişimi olmasıdır. Oxford’da eğitim veren ve bu akımın önde gelen temsilcilerinden İsveçli bilim insanı ve felsefeci Nick Bostrom’un yazdığı gibi: Gün gelecek; zihinsel, fiziksel, duygusal ve manevi kabiliyetlerimizi şimdi mümkün görünenin çok ötesinde artırma imkanına sahip olacağız. İşte o zaman insanlığın çocukluk döneminden çıkıp insan-sonrası (posthumaine) çağa gireceğiz.”

* Transhümanizm güzergahtır, posthümanizm ise hedef; biri yol veyahut süreçtir, diğeri ise sonuç yarış noktası. Bu tanımı kabul edecek olursak, başlangıçta elbette farklı olan ama bu “trans” ve “post”un varış noktasında birbirine muhtemelen tekrar bağlanan iki kavrayışın söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.

* Diyelim ki sigara içmek gibi bir pratik gerçekten zararlıysa, ölmek istemediğime göre, sigara içmemek bir tür buyruk haline gelir. Samimiyetle söyleyelim: Bu sav üç saniye ayakta duramaz. Ahlakiliğin kökünü varlıkta, doğada bulmak istemek boş bir projedir ve hep böyle olacaktır. Peki ya istemiyorsam? Ya vız geliyorsa? Ya eskilerin dediği gibi har vurup harman savurmak istiyorsam, ahlaki düzlemde bana nasıl muhalefet edilebilir, hele hele kendimle birlikte başka birini peşimden sürüklemediğim sürece?

* Eğer bir toplumu oluşturan bireylerin ekseriyeti, örneğin, fonksiyonlarının %30’luk bir kaybı pahasına fazladan on sene yaşamayı seçerse bir bütün olarak toplumun onları hayatta tutmak için gerekli masrafı ödemesi gerekecektir. Bu durum uzak bir geleceğin sorunu da değildir, zira Japonya’da, İtalya’da veya Almanya’da şimdiden yaşanmakta olan budur, nüfus hızlı bir şekilde yaşlanmaktadır. Nüfusun geri kalanına bağımlı yaşlı nüfus oranının daha fazla olduğunu ve ortalama refah seviyesinde dikkate değer bir düşüşe neden olduğunu düşünün…Bu itiraz elbette göz ardı edilemez ama olur da her duruma uygulanabilecek evrensel bir ilke olarak kullanılırsa, tersine, durum daha vahim bir hal alabilir. Bir tütün bağımlısının akciğer kanserini ya da bir alkoliğin siroz hastalığını tedavi etmemek mi gerekecek? Peki kaç yaşından sonra yaşlı bir insana sağlık hizmeti verilmeyecek? “Gençlere yer açma” söylemi beni pek de heyecanlandırmıyor diye saf bir egoizm içinde miyim? Peki ya zenginler bir gün yaşam sürelerini uzatmak için ödeme yapmak isterlerse, eşitlikçilik adına onları bundan men mi etmeliyiz? İhtiyarların sağlık bakımı kaldırılmalı mı; peki kaç yaşından sonra? Yetmiş yaş mı, seksen mi, doksan mı? Etik bir kurul toplanıp yaşlılarımızı ne zaman ölüme terk edeceğimize mi karar verecek? Unutmayalım ki gençlik son derece gelip geçicidir ve Buzzati’nin ünlü romanında söylediği gibi, “bugün yaşlıları kışkışlayanların yarın saçları ağaracaktır.”

* Şimdi de metafizik düzleme gelelim. Metafizik bakımdan, yaşamın anlamı sorusu geçmişe kıyasla daha fazla ve başka bir şekilde sorulacaktır: Sonu olmayan bir yaşamın, ölümle ilişkisinden tamamen veya büyük oranda muaf bir insanın hayatının anlamı ne olacaktır? Yaşama bütün anlamını veren, onun tuzu biberi olan şey değil midir ölüm? Sonu gelmeyen bir filmin, bir müziğin veya bir kitabın yine de anlamı olur muydu? Ve eğer ölümsüz olsaydık, hâlâ iş görmeye mecalimiz olur muydu, mutlak bir tembelliğe ve en kökteninden bir anlamsızlığa kurban gitmez miydik? Dini açıdan düşünülünce, yaşamın kuvvetleri üzerinde fütursuzca hak iddia etmek, Tanrı’ya ait olan tekel üzerinde hak iddia etmektir. Dolayısıyla bu kibir günahına düşmek, olabilecek en büyük saygısızlığı işlemektir; kendini bizzat Tanrı’nın yerine koyan, sınırlarını aşmış insan ölçüsüzlüğünün ve kibrinin cezasını çekecektir.

* Bedavayla servet elde etmenin iki yolu vardır, biri klasik, diğeri tamamen yenidir. Klasik yol ekonomistler tarafından iyi bilinir. Örneklemek için Gillette tıraş bıçaklarından bahsedelim. Geçen yüzyılın başında, King Camp Gillette, dönemin berberlerinin kullandığı kadim usturanın yerine geçebileceğini düşündüğü ünlü güvenlikli tıraş makinesini piyasaya sürer. En başta sonuçlar tam bir rezalettir. Satışa sunulduğunun ilk senesi olan 1903’te, sadece elli bir adet satış yapabilirler yani umulanın yanında neredeyse hiç. İşte o sırada, ürünlerini bedavaya vermek değil ama, ara sıra yanlışlıkla söylenegeldiği gibi, üç kat daha ucuza, yani neredeyse zararına özel dağıtıcılara, özellikle de bankalara ve şirketlere, bunlardan promosyon hediyeler yapmaları için verir. Böylece sözde bedavanın ilk bakışta gizemli olan evrenine giriyoruz. Peki, bu koşullar altında Gillette’e servet kazandıran ne mi olacak? Elbette aksesuarlar. Zira tıraş makinesinden yararlanabilmek için elbette kullan-at jiletlerden satın almaları gerekecektir ve Gillette kendini kurtaracak kar marjlarını tam da bunlar üzerinden hesaplar, görünüşte bedava olan tıraş makinesi, işe yaraması için vazgeçilmez olan başka bir ürünün satışlarını tetikleyerek ciddi karlar elde edilmesini sağlar. Aynı mantığı bugün size bedava bir cep telefonu verilmesinde görebilirsiniz… Elbette uzun yıllar sürecek bir abonelikle birlikte aldıysanız.

* ABD’de geçenlerde Michigan Üniversitesi’nin öncülük ettiği ve Psikoloji Bilimi Birliği’nin yıllık toplantısında sunulan çalışma, saha araştırması kurallarıyla gerçekleştirilen ve aylar süren görüşmelerden sonra, şu sonuca varıyor: 2000 yılından sonra en güçlü empati düşüşünü tespit ettik! Bugünün gençleri kendilerinden yirmi veya otuz yıl önceki emsallerine nazaran, bu kişilik özelliği için standartlaştırılmış testler sayesinde toplanan verilere göre, %40 daha az empati gösteriyorlar.

Üstelik öğrencilere sorulan sorular, daha ziyade olumlu ve değer verici cevaplara teşvik edecek şekilde hazırlanmıştı: “Kendinizden daha az şanslı kişilere karşı sık sık şefkat ve empati besler misiniz?” veya şöyle: “En iyi arkadaşlarınızı anlamaya çalışmak için onların gözünden meselelerin nasıl görüldüğünü hayal etmeye çalıştığınız olur mu?”

* Ahkam kesip duran ahlakçılarımızın çoğunun düşündüğünün aksine, doğrusu şu ki, bugün dünyayı kana bulayan anlaşmazlıklar trajiktirler; yani, tarafların meşru olduğu, hiçbirinin iyi/kötü, haklı/haksız kategorileriyle değerlendirilemeyeceği karşıtlıklar söz konusudur. Eğer Batı tarafında bir Ukraynalı olsaydım ve kökenim Polonyalı olsaydı, muhtemelen ülkemin Avrupa Birliği’ne bağlı olmasını, hatta NATO’ya girmesini isterdim; ama eğer Doğu tarafında yaşayan ve kuşaklardır Rusça konuşan veya Russever bir aileden olsaydım, çok büyük ihtimalle ülkemin Rusya’ya bağlı olmasını isterdim. On beş yaşında, işgal topraklarında yaşıyor olsaydım, kuşkusuz antisemitist olurdum; tersine aynı yaşta Tel-Aviv’de yaşıyor olsaydım, Filistinli organizasyonlardan kesinlikle nefret ederdim. Elbette istisnalar vardır; diğerlerine nazaran daha bayağı uzlaşmazlıklar, yani taraf olanların iğrenç kişiler olduğu, her bakımdan mide bulandırdıkları durumlar söz konusudur. Ama bunların sayısı sonuç olarak çok azdır.

* Uber’e üye olup bağımsız bir şekilde çalışan kişi, çalışma hakkı olduğuna inanıyor ve buna engel olunmasını özgürlüğüne ve geçimini sağlama hakkına karşı asla hoş görülemeyecek bir saldırı olarak değerlendiriyor; diğer taraftan, profesyonel taksici ruhsatı için tonla para ödediğini ve bu rekabetin haksız olduğunu öne sürüyor. Aynısı otel sahibi için de geçerli; çalışanlarına maaş vermek, onları sigortalamak zorunda, işletmesini güvenlik normlarına uydurmak zorunda, vs.  Durum böyle olunca, bu yükümlülüklerin hepsinden muaf bir şahsın evini bir uygulamaya koymasına ve gerisiyle ilgilenmemesine kötü gözle bakıyor. Burada kimse melek veya şeytan değil. Nesnel olarak dünya parçalanmıştır ve burada ahlak-dışı bir kategori olarak trajiklik, uzlaşma ile veya kurala bağlama ile (ya da taraflardan birinin yok olmasıyla, kim ister ki bunu?) ortadan kaldırılamaz.

Yazar Halit Yıldırım, Ankara, 16 Temmuz 2023

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir