
Türkiye Cumhuriyeti 98. Yıl
Bir devrimin lideri olarak tarihteki yeri asla tartışılmayacak olan Atatürk’ün şahsını eksen alarak değil de, Türk tarihinin dönemsel krizleri bazında ele alarak Cumhuriyet Devrimi’ni değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim
- Mutlak Monarşi
- Tanzimat-Meşrutiyet
- Cumhuriyet
Mutlak monarşi endüstri devrimi ile kaçınılmaz bir şekilde Tanzimat ile yapılan değişiklikler ile sona erdi. Padişah-ı Cihan ve Nizam-i Alem konsepti yerini “tebaya hakim olabilmek” kaygısı ve “farklı etnik unsurları bir arada tutma” gayretine dönüşmüştür. Bir taraftan da din-tarım toplumu, burjuvazisi olmayan, ama önce Balkanlar sonra Ortadoğu’daki yerel elitin merkeze baskısını artırdığı bir yapı haline gelmenin ciddi bedeli elbette bu sayede belirginleşmiştir.
Bu yerel elit, özellikle XVII.yy sonu ama asıl XVIII.yy ikinci yarısından itibaren özellikle periferde endüstri devrimi ve buhar gücü etkisiyle üretim ekonomisini kurmuş “Sailorist/ Britanya İmparatorluğu ve Fransa” emperyal güçlerin, kıta Avrupası (Habsburg-Prusya) ve Rusya’ya nispetle daha çok etkisinde olmuştur.
Din-Tarım Devleti Osmanlı’dan kopan her toprak merkezden başlayan sentrifugal hareketle önce Millet-i Osmanî ideolojisini oluşturmuş, sonra da Panislamizme sarılan Abdülhamid II’nin cânhıraş neosufist cemaat temelli emperyalizmin ciddiye bile almayarak sadece enstrüman olarak kullandığı Panislamizm çırpınmalarının yarattığı yıkıcı etkiyi gören birçok aydın, asker ve bürokratı “Türklük” kavramı üzerinde düşünmeye zorlamıştır.
Bu sayede bir tarafta garpçı düşünce baskısı, diğer tarafta din ideolojisi, neyin milli neyin dinî olduğu sınırının net ayırt edilemediği bir Türk Harsı kavramıyla, İttihat ve Terakki sonrasına taşınılmıştır.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise etnosentrik olmayan laik ve evrensel bir projenin Osmanlı’dan kalan Anadolu için bir kurtuluş reçetesi olabileceği düşüncesi, bir Osmanlı zabiti olan Atatürk tarafından geliştirilerek eklektik teritoryal ülküsel bir projeksiyon yaratılmaya çalışılmıştır.
Unutulmaması gereken konu, onun da bir Osmanlı Subayı ve bürokratı olarak son 50 yılda burjuvazisiz ve eğitimsiz bir toplumda, bir taraftan iç bir taraftan da dış baskıyla tırmanan sosyo kültürel ve ekonomik krize o zamanın şartlarında iyi teşhis koyabilmiş olduğu gerçeğidir.
Eğer devamı, onun ardılları tarafından sebatla getirilebilse idi Anadolu Türkiye Halkı için güzel ve verimlilik ile sonuçlanacak siyasal sosyal ve ekonomik bir devrim tamamlanmış olabilirdi. Bugün siyasal etnik ve ekonomik olarak birçok kırılma noktası olan Yurdumuzda, bir o kadar da ciddi ve derin siyasal-sosyal kültürel kimlik sorunu yanında ve ahlaki bir kriz de gittikçe derinleşmektedir.
Bütün bunlara çözüm bulunabilmesi, laiklik ve yurtseverlik çizgisi temelinde bir eğitim ve düşünce sistemi ile mümkün gözükmektedir. Ancak son 50 yıldır, bırakın bir devrimi tamamlamayı ve onu güzellikle intâc edecek eserler yaratacak gayretler ortaya koymayı, tersinir modernleşmeye dönülmüş romano-arabesk bir sosyo-kültürel yapı oluşmuş durumdadır.
Sebebi de sadece dinsel dogmaların profan alana hayat hakkı tanımayan teokratik seküler baskısı değil aynı zamanda buna çok iyi zemin hazırlayan çarpık kentleşmeyi de beraber getiren iç göçlerin yarattığı sosyo kültürel kimlik krizidir.
Son 10 yıldır da buna mülteci akının eklenmesi krize ekonomik boyut ekleyerek daha da derinleştirmektedir. Bu gibi durumlar özellikle sürdürülebilir toplumsal barış için çok ciddi handikaptır. Anadolu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 98.yılında karşı karşıya olduğumuz bu ağır bunalımı kimsenin siyasal fırsata dönüştürme ya da karşısında kayıtsız kalmak gibi bir konforu olmamalıdır.
Yazar Prof. Dr. Mahmut Can Yağmurdur, Ankara, 29 Ekim 2021