Yaşam-Sevgi-Estetik ve Güzellik

Yaşam-Sevgi-Estetik ve Güzellik

Yaşam, bir bakıma, gizemli bir gelecekte varacağımız yere ulaşmak için geçmişte bulunduğumuz yerden yola koyulmak demektir. İşte bu yola koyuluşta, nedir yaşamak? Önce bu sorgulamalıdır. Ancak yaşamak”; yemek, içmek, nefes alıp vermek, uyumak ya da cinsellikten mi ibarettir sadece? Bütün bu saydıklarımız canlı olan tüm varlıklar içinde geçerli değil midir?

Genelde ortak bir yaklaşım olarak bireyden bireye, zamandan zamana değişen göreceli bir kavram olmasına karşın “yaşamın amacı”, kişinin kendi değer ve farkındalığının ayırdına varabilmesinde yatar. Bu amaç doğrultusunda, bireyin kendini gerçekleştirmesiyle birlikte başkalarının gelişmesine de yardımcı olması, bir farkındalık yaratmanın ve insan olabilmenin itici gücünü oluşturur. Bu farkındalık, aynen yapboz (puzzle) teorisinde de vurgulanır. Şöyle ki, “Yaşam, aslında bir yapboz gibi algılanabilir. Onu düzenleyip oluştururken tek tek parçaların anlamları, bütün içindeki yerlerine göre gerçeklenir ve onlara bakışımızın önemi ortaya çıkar.” İşte bir parçayı yerine yerleştirdiğimizde, o parçanın ait olmadığı bir yere yerleştirildiğini ancak bütüne baktığımızda anlayabiliriz. Bu demektir ki, yapboz’da, bütünün içindeki parçaları tek tek ele almanın hiçbir anlamı yoktur.

İnsan özgür doğar, ama ilk öğrendiği şeylerden biri kendisine söyleneni yapması gerektiğidir ve yaşamının geri kalanını öyle yapmak için harcar. Böylece ilk köleliği ana-babasına karşıdır. Onların buyruklarını sonsuza dek izler ve yalnızca bazı durumlarda kendi yöntemlerinin seçimi hakkını elinde bulundurarak kendini bir özerklik yanılsamasıyla avutur.

Dünyanın zamana ve zemine göre sürekli değişen değerleri arasında, değişmeyen tek şey, sevgidir. Hepimizin sevgiye ihtiyacı vardır ama sevgi salt ihtiyacımız olan tek şey değildir. Başkaları tarafından görülmeye de duyulmaya da bağlantı kurmaya ihtiyacımız vardır. Bunun yanı sıra samimiyete, inceliğe ve tatlı dile de ihtiyacımız vardır. Ancak bunların arasında sevgi olmayınca bu olgular bastırılabilir. Sevgi olmadan samimiyeti hayal edebiliyor muyuz? Peki ya inceliği? Tatlı dili? Bir adım daha ileri gidip de “Sevgi olmadan” istediğimiz her şeyi elde etmeyi, tüm hayallerimizi gerçekleştirmeyi hayal edebiliyor muyuz? Olası değil!

Bir benzetmeyle; iki boyutlu bir ev inşa etmek ya da boş bir bardaktan içmek gibi sevgisiz bir hayat düz ve boştur…

Belli bir yüz ve beden biçimiyle doğduk. Bu fiziksel özelliklerimizin daha güzel görünmesi için sadece belli şeyler yapabiliriz. Oysa aklımızı ve düşünceye başlangıç noktamızı güzelleştirmek için yapabileceğimiz çok daha fazla şey vardır. Eğer doğal bir güzelliğimiz varsa, sıkıcı bir akla sahip olup bu güzelliği harcamak bir trajedidir. Pahalı bir araba alıp benzin deposunu doldurmamak gibi bir şeydir bu…Yüzümüzü daha da güzelleştirmek için kozmetikleri kullanabilir, hatta plastik cerrahiyi deneyebiliriz. Bir erkek kafasına saç ektirebilir, bir kadın burnunu, yüzünü, göğsünü cerrahi bir müdahale ile güzelleştirebilir.

Peki ya aklımız? Güzel bir akla sahip olmak için herhangi bir çaba gösteriyor muyuz? Sıkıcı bir aklı barındıran muhteşem bir güzellik, genelde can sıkıcı olarak değerlendirilir. Dikkat çekebiliriz ama o dikkati asla koruyamayız. Güzel bir vücut ve güzel bir yüz sonunda yaşlanır. Yaşlandıkça fiziksel güzellik yok olur. Oysa akıl güzelliği yaştan bağımsız olduğu gibi, bilgelik ve deneyimle daha da artabilir.

Bu bağlamda, güzel aklın yaşı yoktur ve bu nedenle de yıllar geçtikçe SEVGİYLE bu akıl daha da güzelleşebilir. O sevgi ki, Goethe’ye, “Sevgi, insanın içinde yaşayabileceği tek iklimdir,” dedirtmiş. Yine O sevgi ki, Yunus’tan Anadolu’ya, “Aşk gelecek, cümle eksikler biter,” diye bir soluk estirmiş.

Sevginin salt sözcük değil, fakat ancak eylem olduğunda gerçek anlamına kavuşabileceğini ne zaman unuttuk? “Bana söylenmeyen, beni ısıtmayan sevgiler yerinde kalsın…” diye yazmıştı Ahmet Cemal…

Aşk-evlilik-sevgi bağlamında, çağımızdaki tuhaf gelişmelerden bir başkası, evliliğe yöneliş azalırken nikahlara yatırılan paraların tavana vurmasıdır. Haliyle bugünün nikahları-evlilik sözleşmeleri, yıllar yılı ayrıntılı araştırmaların ve hazırlıkların yapılmasını gerektiren ama kısa sürede biten Olimpiyat Oyunları örneğindeki gibi, ihtişamlı ve korkunç masraflı gösterilere dönüşmüşlerdir. Hiçbir aksaklık çıkmasa bile sonuçta, çoğu kısmı fotoğrafçıların buyrukları altında harcanan ve konuklar gidip kıyafetler bir daha çıkarılmamak üzere sandıklara kaldırıldıktan sonra sıradan bir adamla bir kadının birbirlerine bakarak, “Hepsi bu muydu yani?” dedikleri tek bir günden ibarettir. İlgili rakamların analizinden bir kural bile çıkması mümkündür: Bir evliliğin süresi, nikah masrafı ile ters orantılıdır. Ya da şöyle diyelim: Kişiye özel şampanya kadehleriyle kutlanan her türlü birliktelik, sonlanmaya mahkumdur! (İstisnalar olmaz mı? Tabii ki olur…)

Yakın bir gelecekte akıllı telefonlarımıza yükleyeceğimiz uygulamalarla bizi sevdiğini söyleyen insanların doğru söyleyip söylemediklerini bile anlayacağız. Âşık olunca salgılanan hormonları, beyin dalgalarımızı ölçüp bunları kategorize ederek değerlendirmek ve bir sonuca varmak, bugünkü bilgilerimizle aslında çocuk oyuncağı bile sayılabilir. Bir akıllı telefonla haydi haydi yapılabilecek bir şey bu. Bir “aşk ölçer uygulaması yükle, ayda 2,99 dolar öde ve “sevildiğinden emin ol!” Kulağınıza nasıl geliyor?

Margaret Wolfe Hungerfod’un (1878) dediği gibi: “Güzellik, ona bakanın gözündedir.” Ya da Âşık Veysel’in altını çizdiği gibi: “Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa!”.

Güzellik, yaşamının değeri ve kendi değişimimizle ile ilgili farklı bir bakış açısını yansıtan bir Japon yaşam felsefesi olan “Wabi-Sabi” kavramının açılımının sırası…. Çünkü ana temayla doğrudan ilişkili…Şöyle ki: “Wabi” sözcüğü Japoncada, sade bir zarafet ve ruhani bir varoluş anlamına gelir. “Sabi” ise kaçınılmaz değişimle ortaya çıkan, zamanın izlerini taşıyan “kusurların güzelliği” demektir. Son tahlilde, güzelliği mükemmellikte değil, kusurlu ve eksik şeylerde aramamızı salık vermekte…Bu yüzden Japonlar kusurlu ya da kırık bir çay fincanına büyük değer verir. Kusurlu, eksik ve kısa ömürlü şeyler gerçekten güzel olabilir, çünkü gerçek dünyaya benzeyen sadece onlardır.

… Bu açılımdan sonra diyebiliriz ki, estetik, “güzel” in ne olduğunu soran, sorgulayan felsefe dalıdır. Sadece sanatta güzel değil, doğada var olan güzel de estetiğin konusudur. Gerçekten de sanattaki güzel, sanatsal güzellik bilmecesini çözmek için 2500 yıldan beri bitip tükenmez çabalar sarf edilmiştir. Tekraren vurgularsak, estetik, güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalıdır.

Bir resmi görmeden ona güzel diyemeyiz. Bir müziği duymadan ona güzel diyemeyiz. Şu hâlde estetik ile güzellik arasındaki temel fark; estetiğin soyut, güzelliğin ise somut birer kavram olduğudur.

Yazan Halit Yıldırım, Ankara, 12 Şubat 2025

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir