Yazı Dizisi 13. Yabancı Vakıflar, Türkiye Sağlık Sistemi ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü
Osmanlı İmparatorluğu’nun son 100 yılında yabancı Vakıflarla ilişkileri
Amerikalı ve Avrupalı Misyonerler 1820’li yılların başından 1890’lı yılların başına 70 yılda Osmanlı topraklarında 624 okul ile 436 ibadethane açmıştır. Bu okul ve ibadethanelerde görev yapan misyoner sayısı ise 1.317’dir. Misyonerler 1900’lü yılların başına kadar Osmanlı topraklarında üç milyon İncil ile dört milyon muhtelif kitaplar dağıtmıştır. Misyonerlik faaliyetleri için sadece Amerikan Misyonerlik Kuruluşu’nun harcadığı para ise 7 milyon Doları aşmıştır.
Jeremy Salt, 1895 yılı itibariyle Osmanlı topraklarında görev yapan misyonerlerin yanında yardımcı olarak 878 Ermeni’nin çalıştığını, ayrıca 12.787 üyesiyle 125 kilisenin bulunduğunu ve 20.496 öğrencisi ile 423 misyoner okulunun faaliyet gösterdiğini bildirmektedir. Ermenilerin ABD’ye nasıl bağımlı hale getirildiğini açıklamaktadır. (Salt Jeremy, 1993, 31)
1897 yılında Osmanlı Devleti’nde; Fransa 127, İngiltere 60, Almanya 22, İtalya 22 Avusturya 11, Rusya 7 ve Amerika 131 okula sahip bulunuyorlardı. 20. yüzyılın başlarında ise, Osmanlı üzerinde; 209 yabancı misyoner, 1299 yerli çalışan, 163 Kilise, 15.348 üye, 450 okul ve 25.922 öğrenci bulunuyordu (White, 1995, 35-36).
1900’de sadece Amerika’ya ait 400’ü aşkın okulda 20.000’e yakın öğrenci öğrenim görürken, aynı yıllarda Osmanlı’da faaliyet gösteren İdadi ve Sultani sayısı 69 olup 7000’e yakın öğrenci vardı. Aynı yıllarda Osmanlı topraklarındaki misyonerlere ait toplam yabancı okul sayısı 2.000 civarında idi. Bunlara azınlıkların kendi okulları da ilave edilirse bu sayı 10.000’e okula yaklaşmaktaydı.
1914 yılına gelindiğinde Osmanlı coğrafyasında açılan Protestan misyoner okulları ve kolejlerinin sayısı 426’yı bulmuştur. Bunların içinde 8 kolej, 3 teoloji (ilahiyat) fakültesi, 46 orta dereceli okul ve 371 diğer okul bulunmaktaydı. Bu okullara kayıtlı 1.700 kolej öğrencisi, 4.000 lise öğrencisi, ilkokullarda ise yaklaşık 19.500 kişiden oluşan kız ve erkek öğrenci kayıtlıdır. Bu okullardaki öğrencilerin tamamına yakını Ermeni öğrencilerden oluşmaktaydı. (Amerikan Board–ABCFM, 1914 yıllık rapor).
Çağdaş Hayırsever Vakıflar (Filantrokapi)
Vakıf Kuruluşu, özel servetin kamusal amaçlara katkı vermek için bir araç olarak kullanılmasını ifade etmektedir. Vakıflar, bir toplumun vicdani yönünü ortaya çıkaran, toplum adına adanmışlığın bir göstergesi olarak ve toplumların sosyal yapılarına göre bireysel düzeyde yardım etme, prestij sağlama, serveti koruma, sosyal sorumluluk ve dinsel anlayışlarla ortaya çıkan toplumsal, iktisadi ve dini niteliği olan yapılardır. Vakıfların ilk örneklerine Babil, Hitit, Eski Mısır, Eski Yunan, Roma İmparatorluğu, Orta Asya Türk toplumlarında rastlanmaktadır.
19. yüzyılın sonlarından itibaren başta sağlık olmak üzere; eğitim, tarım, beşerî ve sosyal bilimler ve birçok alanda tüm dünyada değişim ve dönüşüm yaşandı ve hala sürüyor. Vakıflar da yaşandıkları dönemler göre değişip dönüşüyor.
Çok boyutlu anlam ifade eden filantropi; Kamu yararı sağlamayı amaçlayan düşünce, davranış ve gönüllü eylem biçimi olarak tanımlanabilir. 18. ve 19. yüzyıl çağdaş hayırseverlik anlayışının başlangıcı olarak kabul edilebilir. Kapital sahibi büyük şirket ve kuruluşların, vakıfları özel çıkarlarını maskeleyecek biçimde genellikle “kamu yararı” doğrultusunda kullandıkları bilinmektedir.
19.yüzyıl ve 20.yüzyılın başlarında misyonerlik faaliyetlerinin en yoğun ve en parlak dönemlerini yaşadığı bilinmektedir. Bunun nedeni kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi ve misyonerlerin de bu durumdan yararlanmasıdır.
Amerikan Vakıflarının programlarına bakıldığında geçmişte Osmanlı İmparatorluğu ve şimdi de 100 yaşını doldurmuş Türkiye Cumhuriyeti ile yakından ilgilenildiği görülmektedir.
Osmanlı’da ve Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerini incelerken olayın dini yönü kadar siyasi, kültürel, ticari ve ekonomik boyutunu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Ana konumuz “Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” başlığı altında detayları anlatılan, bir önceki bölümde incelediğimiz “Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Misyonerlik Çalışmaları” olduğundan bu bölümde özellikle Amerikan Vakıfları;
“American Board of Commissioners for Foreign Missions” (Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu); John D. Rockefeller Vakfı, Andrew Carnegie Vakfı, Henry Ford Vakfı, Bill and Melinda Gates Vakfı v.b. Vakıflar; Türkiye ve Dünya ülkelerinde hayırseverlik yüzleri ve uzun vadeli stratejik planları ile çalışmalar yürüttüğü ortadadır.
Vakıflar, toplumsal düzenin değişim ve dönüşümüne kendilerini adayarak çalıştıklarından, mevcut yapıda düşünsel, yönetsel ve örgütsel bir değişim kuruluşu olarak işlev gördüler. Bu çerçevede filantropik vakıflar; sağlık, eğitim, tarım ve sosyal bilimler gibi alanlarda kamu politikalarının oluşumunda etkili oldular ve bu durum halen devam etmektedir.
Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı ve Gates Vakfı gibi dünya ölçeğinde söz sahibi büyük vakıflar, sahip oldukları güç ve zenginlikleri nedeniyle gündem oluşturma, yönetimleri etkileme, karar vericileri harekete geçirme güçleri nedeniyle kamu politikaları oluşturulmasında çok önemli rol oynayan aktörlerdir.
Hayırsever Vakıflar, özellikle sağlık ve eğitim sisteminde reformlar, tarımın modernizasyonu, doğa ve sosyal bilimlerin gelişimi, nüfus artışının azaltılması, uluslararası ilişkilerin yönlendirilmesi, akademik bilgi üretilmesi, ar-ge çalışmaları gibi alanlarda önemli roller üstlenmişlerdir. (Aziz Küçük, 2022, 16)
Amerikan Vakıflarının; dış politikadan sağlığa, eğitimden tarıma, sosyal bilimlerden kültüre kadar birçok alanda yürüttükleri etkin programlarla ABD’nin dünya liderliğine yükselmesinde adet görünmez kahramanlar oldukları bilinmektedir. Güçlü bir devlet ya da toplum olmanın gereklerini çok iyi analiz eden Vakıflar, uzun vadeli stratejik plan ve programları aracılığıyla hedefledikleri politikaları son derece titiz, sabırlı ve özenli çalışmalarıyla yürütmüşlerdir.
Rockefeller Vakfı bu değişim ve dönüşümü; danışmanları aracılığıyla eğitim, bursiyerlik gibi finansal araçlarla sağlarken: Gates Vakfı bu işlevi kamu-özel ortaklığı modeli ile sağlamıştır.
Filantrokapitalizm
Filantropi; toplumsal, siyasi, dini, ahlaki, ekonomik, bilimsel ve teknolojik konularda çok önemli bir etkiye sahiptir. Organize filantropi pratikleri, dünyanın tüm büyük dinleri ve medeniyetleri için ortak bir alandır. Örneğin Amerikan filantropik faaliyetleri, Amerikan hegemonyasının da esaslarını oluşturan üç unsuru içerir. “Serbest Pazar ekonomisinin tesisi, Yahudi-Hristiyan Tanrısına iman ve Amerikan tipi demokrasinin (hür seçimlerin) oluşturulması (Graudy, 2018, 134) Özellikle 19. Yüzyılda misyonerler, söylemlerinde toplumla bağlarını dinsel dayanışma ve filantropi temelinde kurmuşlardı.
21. Yüzyılın başlangıcında kamusal refahı geliştirmek için şirketleri daha sorumlu olmaya teşvik eden yeni bir filantropik hareket ortaya çıkmıştır. Bill Gates’in “yaratıcı kapitalizm” fikri ile öncülük ettiği ve kapitalist sistemin neoliberalleşmesi ve finansallaşması ile desteklenen bu yeni hayırseverlikle modeli “filantrokapitalizm” olarak ortaya çıkmıştır.
Kapitalizmin geçmiş dönemlerde yapmış olduğu uygulamaların dışında 2000’li yılların başından itibaren yeni olan şey; Özellikle Gates Vakfının liderliğinde küresel yönetişimde kamu-özel ortaklığı modelinin (yol, köprü, altyapı yatırımları, şehir hastaneleri gibi) etkinliğinin muazzam boyutlara ulaşmış olmasıdır.
Bill Gates; ulusal hükümetler, uluslararası kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, ilaç şirketleri ve diğer çokuluslu şirketlerle stratejik ortaklıklar kurmuştur. Kamu-özel ortaklığı modelinin arka planında ise iç içe geçmiş ve döngüsel olarak işleyen kapitalist ilişkiler bütününün yeniden üretilmesi yatmaktadır. (Aziz Küçük, 17)
Bu konu incelenirken, Türkiye’de özellikle yabancı vakıflar konusunda detaylı bilgi ve belgelere ulaşmada sınırlı kalınırken özellikle Rockefeller Vakfı arşiv merkezi (http://rockarch.org), Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu, Ford Vakfı (http://www.fordfoundation.org), Gates Vakfı (http://www.gatesfoundation.org) gibi Vakıfların web sitelerinden, Osmanlı ve Cumhuriyet Devlet Arşivleri, Doç. Dr. Aziz Küçük’ün yazdığı Filantropikapitalizm Kitabı (2022) ile Türkiye’de bu konuda uzman ve bilgi birikimi kişilerle görüşülmüş ve yazılı kaynaklardan yararlanılarak bu çalışma yapılmıştır.
Yaratıcı kapitalizmin temel özelliği, kar sağlama ve yoksullara yardım misyonunun bir arada gerçekleştirilebilmesidir. Yani bu düşüncenin özünde hem topluma fayda sağlamak hem de kar elde etmek fikri yatmaktadır.
Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı, Gates Vakfı ile diğer Avrupa, Asya gibi ülkelerin vakıfları gelişmekte olan ülke pazarlarının isteklerini ve ihtiyaçlarını incelemek için yeterince vakit ve kaynak ayırarak tüketici talebinin ne olduğunu tespit edip karşılayan bir kuruluş olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece vakıfların arkasındaki büyük çok uluslu şirketlerine hem fayda sağlamak hem de toplumu dönüştürmek için değer zinciri faaliyetlerinin bir form değişimi söz konusudur. Bugünün yoksullarını sermaye birikim sürecine dahil ederek, yarının müşterileri haline getirmeyi hedefleyen bu anlayışın fakir ülkelerde özellikle Afrika ülkelerinde bilgisayar, tablet ve akıllı telefon pazarına ivme kazandırdığı net ve açık ortadadır.
Yabancı vakıfların arkalarında hangi çağda olursa olsun çok güçlü sermaye sahibi insan ve şirketlerin bulunduğu bilinmektedir. Sonuçta kavram setleri farklılaşsa ve değişse de değişmeyen şeyin kapitalist sistemin sürdürebilirliğini sağlayacak çözümler üretme çabası olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Rockefeller Vakfı
John Davidson Rockefeller, 1855 yılında 16 yaşında iken bir muhasebeci asistanı olarak işe başladı. 1861 yılında petrol işine girmeye karar veren Rockefeller, çeşitli ortaklıklar kurduktan sonra 1870 yılında bir milyon dolar sermaye ile Standart Oil of Ohio şirketini kurdu.1872-1877 yılları arasında petrol pazarının yüzde 95’ine hâkim oldu (Dinçay, 1947, 30-36). Şirket, on yılda sermayesini 55 milyon dolardan 550 milyon dolara çıkardı. Birçok şirketi ve bankayı satın alarak büyük bir tröst haline geldi.
John Davidson Rockefeller, 1895 yılında Standart Oil şirketinden emekliliğine kadar, sadece servet kazanmakla kalmadı, tıpkı Andrew Carnegie gibi Amerikan endüstri ilişkilerini ve işletme pratiklerini de dönüştürdü. 1888’de, Amerikan Babtist Eğitim Derneği Başkanı Frederick Taylor Gates ile tanışması onun filantropik faaliyetlerinde bir dönüm noktası olmuştur. Rockefeller 1892 yılından itibaren, Taylor Gates’i kişisel filantropi danışmanı olarak işe almış ve onunla çalışmaya başlamıştır. Gates, filantropiyi bilimsel ve sistematik bir biçimde ele almış ve Vakfın itibarını inanılmaz derecede arttırmıştır.
Rockefeller Tıbbı Araştırma Enstitüsü (1901‘de kuruldu ve 1965 yılında Rockefeller Üniversitesine dönüştü), Genel Eğitim Kurulu (1903) ve Rockefeller Sağlık Komisyonu (1909) Vakfın alt yapısını oluşturan ve büyük başarılara imza atan öncül kuruluşlardı. Rockefeller Vakfı 14 Mayıs 1913’te, “Dünya genelinde insan sağlığının gelişmesine yardımcı olma” amacı doğrultusunda New York’ta kurulmuştur. (RF, 1920, 64) 1920 yılında 183 milyon dolar kaynağa kavuşan Vakıf, dünyanın en büyük filantropik girişimi haline gelmiştir. Vakıf ilk yıllarında önceden deneyim sahibi olduğu halk sağlığı ve tıp eğitimi alanlarına ağırlık vermiştir. Vakıf, 1916 yılında John Hopkins Halk Sağlığı Okulu ile 1917 yılında Çin’in John Hopkins’i olarak bilinen Peking Union Medical College’nin kurulmasına destek sağlamıştır.
Vakfın kuruluşunun hemen ardından I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile Vakıf bir yardım kuruluşuna dönüşerek, savaşla mücadele için (ABD hükümetinden daha fazla) 22,5 milyon dolar harcamıştır.
Rockefeller Vakfı, 100 yılı geçen süreçte sürekli bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Sağlığı, eğitimi, gıda üretimini insani gelişmenin anahtarı olarak görmüş ve kendisini sürekli olarak yeniden yapılandırmıştır. 1928 yılında büyük ölçekli bir yeniden yapılanmaya giden Vakıf, bina yapımı ve hibelerden ziyade “bilginin gelişmesine” önem vererek temel araştırma programlarına yönelmiştir. (RF, 1929, 213) Vakıf, üniversitelerin akademik bölümlerini temel alan beş bölüm altında yapılanmıştır.
- Sosyal Bilimler Bölümü
- Beşerî Bilimler Bölümü
- Doğa Bilimleri Bölümü
- Tıp Eğitimi Bölümü
- Uluslararası Sağlık Bölümü
1930-1950 yılları arasında insanlığın gelişmesini sağlamanın yolu olarak Vakıf kendisini bilimsel araştırmalara adamıştır.
Vakıf, 1950’lerin başlarında bilimsel araştırma projelerinin üniversiteler ve federal hükümet tarafından desteklenmesi (halk sağlığı programlarının Dünya Sağlık Örgütü’ne devredilmesi gibi) üzerine yeni bir strateji geliştirmek zorunda kalmıştır.
1963 yılında ise üniversite akademik bölümlerine benzer yapılardan vazgeçerek disiplinler arası bir yaklaşımla hedef odaklı programlar üzerine yeniden yapılanmıştır. Vakfın yeni gündemi beş alan üzerine yoğunlaşmıştır. (RF, 1963, 4)
- Açlığın önlenmesi,
- Nüfus problemi,
- Yeni eğitim merkezlerinin kurulması,
- Herkes için fırsat eşitliği,
- Kültürel gelişime destek vermek.
1970’lerdeki ekonomik kriz, devletleri olduğu kadar Vakıfları da önemli ölçüde etkilemiş ve Vakfın sermaye kaynaklarının azalmasına neden olmuştur. ABD’deki siyasi çalkantılar ve toplumsal hareketler de Vakıflara yönelik güven bunalımı yaratmıştır.
1980’lerden sonra Vakıf, birçok saha ofisini kapatmış ve bursiyerlik programlarına aşamalı olarak son vermiştir. Vakıf yeni strateji olarak, değişen küresel ekonomi ile maddi kaynaklarının azalması nedeniyle; tarım, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi (HIV/AIDS), nüfus sorunları, ekonomik eşitlik, çevresel sürdürülebilirlik gibi alanlarda işbirliği yapmak, toplantılar düzenlemek, bilgi ağları oluşturmak gibi küresel liderlik rolü üstlenerek etkili stratejiler sağlayabilecek programlar geliştirmeyi başarmıştır.
1980-1990 yıllar arasında Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Bankası ile ortaklıklar oluşturmuş; Ford Vakfı, Bill ve Melinda Gates Vakfı başta olmak üzere birçok kuruluşla küresel sağlık ve tarımsal kalkınma gibi alanlarda ortak programlar geliştirmiştir.
Vakıf günümüzde, 21 yüzyıl politikalarına uygun olarak; İş dünyası ve filantropi arasında yeni işbirliği stratejileri geliştirmeye ve kamusal alanlarda çözümler üretmeye devam etmektedir.
Rockefeller Vakfı’nın genel merkezi ABD’nin New York’ta kentinde olup; Washington’da, Asya Bölge Ofisi Tayland Bangkok’ta, Afrika Bölge Ofisi Kenya Nairobi’de ve İtalya’nın Bellagio kentinde konferans merkezi bulunmaktadır. Vakıf kurulduğu 1913 yılından beri Amerikan filantropisinin en saygın ve köklü kuruluşları arasında yerini almıştır. Vakıf, kapitalist modernliğin yararlarını insanlar arasında yayma düşüncesi ile dünya çapında binlerce kuruluş ve kişiye 18 milyar dolara yakın bağışta bulunmuştur. Ayrıca, Covid-19 salgını ile mücadele sürecinde 2020-2021 yılları arasında 100’den fazla kuruluşa 150 milyar dolar hibede bulunmuştur. (www.rockefellerfoundation.org, 2022)
Rockefeller Vakfı’nın Dünya ölçeğinde yürüttüğü programlar
A. Sağlık alanında
- Sosyal Hijyen Bürosu (1911-1934)
- Tıbbı Araştırmalar
B. Eğitim alanında
- Genel Eğitim Kurulu (1903’de kuruldu)
- John Hopkins Halk Sağlığı Okulu (1916’da kuruldu)
- Harvard Halk Sağlığı Okulu (1922)
C. Nüfus Planlaması ve Nüfus Konseyi
D. Tarım Programı ve Yeşil Devrim
E. Sosyal Bilimler
- Laura Spelman Rockefeller Memorial
- Ekonomi
- Bölge Araştırmaları
- Kamu Yönetimi
- Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi
- Kentleşme
F. Beşerî Bilimler ve Kültür
- Kütüphaneler ve Müzeler
- İletişim
- Drama
- Müzik
- Dil
- Dans
- Tarih
- Edebiyat
G. Barış ve Çatışma
H. Doğa Bilimleri
Osmanlı Döneminde Rockefeller Kuruluşları ve Hayırseverliğinin Kökeni
Türkiye’de Amerikan iyiliksever ve hayırsever çalışmaları, ABD’den ilk Hristiyan misyonerlerin İzmir’e geldiği 1820’lere kadar uzanmaktadır. Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu (ABCFM) tarafından başlatılan misyonerlik çalışmaları 100 yılın sonunda 17 büyük misyonerlik merkezi, 9 hastane ve 25 bin öğrencinin eğitim aldığı 426 okulun dâhil olduğu bir ağ halini almıştır (Erdem ve Rose, 2000:133).
Osmanlı döneminde Rockefeller hayırseverliğinin ilk adımları ise, Baptist misyonerlere sağladığı destekler ve Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Yunan ve Ermeni göçmenlere verdiği insani yardım desteğinin bir parçası olarak biçimlenmiştir.
Rockefeller’a ait Standard Oil Company of New York şirketinin Osmanlı İmparatorluğu petrol bölgelerine yatırım yapmaya başlamasının aynı döneme denk gelmesi, hayırseverliğin arkasındaki ekonomik unsurların göz ardı edilmemesi gerektiğine işaret etmektedir.
Türkiye’de Vakfın programları ile Rockefeller yatırımları arasında yakından bir ilişki mevcut olsa da çoğu zaman aralarında bir nedensellik ilişkisi olmadığı söylenebilir.
Amerikan Misyoner Heyeti Sekreteri James L. Barton 1908 yılında basılan “Türkiye’de Gündoğumu” adlı kitabında, “modern zamanın şövalyeleri” veya “bütün hamuru mayalayacak maya” olarak ifade ettiği misyoner doktorları, sundukları hizmetlerle Osmanlı topraklarında “kaderci” anlayışın sorgulanmasına zemin hazırlayarak modern tıbbın yerleşmesinde önemli bir unsur olarak görmüştür (Barton, 2010: 179-183).
1915 yılında James L. Barton, İzmir’de Amerikan misyonerliği çalışmaları yapan Rev. J. P. McNaughton ile IHD genel direktörü Wickliffe Rose arasında “Osmanlı’daki genel sağlık koşullarına ilişkin” yapılan görüşmede, Türkiye’de başta sıtma ve çiçek olmak üzere tüberküloz, frengi, tifo ve tifüs vakalarının yaygın olduğu, Mekke’nin dünyanın kolera merkezi olduğu ve buradan Türkiye’ye yayıldığı, hijyen ve drenaj sisteminin olmadığı yönünde olumsuz bir görüntü resmedilmiştir. Daha sonra da İstanbul’un stratejik öneminden dolayı burada büyük bir tıp okulu ve hastane inşa edilmesinin gerektiği vurgulanmıştır (Rose, 1915, 1-5).
Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu (ABCFM) Vakıf aracılığıyla Mart 1915’te iki-üç yıllık dönem için Osmanlı’daki faaliyetlerin desteklenmesi için 1.385.000 dolar yardım yapmıştır. 1917 yılında da Vakıftan maddi destek alabilmek için yazılmış olan “Osmanlı’da Tıp Eğitimi ve Tıp Uygulamaları” adlı bir rapor hazırlanmıştır. Modern tıp ve eğitim hizmetleri yanında siyasal, ekonomik ve kültürel unsurlar barındıran misyonerlik faaliyetleri ile ilgili önemli ipuçları barındıran raporda, Osmanlı dünyasının yeniden yaratılmasında tıbbi misyonerliğin rolü anlatılmıştır.
“İçinde bulunduğumuz Dünya Savaşı, Yakın Doğu’nun toplumsal dokusunu temelinden sarsmıştır. Savaşta bütün büyük Avrupa güçlerinin kaynakları tükendiğinden, Amerika Yakın Doğu’da daha iyi bir uygarlık inşa etmek için çok özel bir fırsat yakalayacaktır. Bu uygarlığın gelişmesine, İsa’nın ruhunu taşıyan tıp profesyonellerinin liderlik edebilmesi için, tıp alanındaki misyonerlik faaliyetlerini güçlendirmek üzere, çabalarımızı birleştirmeliyiz.”
Rockefeller Vakfı ile ABCFM arasındaki organik ve simbiyotik ilişkinin bir diğer yönü de finansal açıdan ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’daki bankaların derhal moratoryum ilan etmeleri ve misyonlara para akışının sağlanamaması üzerine misyonerler Standard Oil Şirketi’nin İstanbul Ofisi tarafından finanse edilmişlerdir. Vakıf, Osmanlı Devleti tarafından Türkiye’de insani yardım çalışmalarını yürüten Kızılay ile Amerikan Kızılhaç örgütünün işbirliği yapabileceğinin müjdelenmesi üzerine Osmanlı’daki insani yardım çalışmaları için Amerikan Kızılhaç aracılığıyla “1916 yılında 25 bin dolar, 1917 yılında ise 30.504 dolar olmak üzere toplamda 55.504 dolar tahsis etmiştir” (RF, 1918, 55).
Vakıf, Nisan 1916’da, insani yardım kurumlarının etkinliğine dair bilgi edinme, hastalık ve yoksulluk koşullarından haberdar olmak amacıyla Edward R. Stoever’ı Osmanlı’da görevlendirmiştir. Philadelphialı bir mühendis olan Stoever’ın, Alman makamları tarafından 17 Haziran 1916 tarihinde görünüşte muhtaç kimselere gerçekte ise Ermenilere yardım dağıtmak için İstanbul’a gönderildiği uyarısı üzerine, Osmanlı Dışişleri Bakanlığı kişinin izlenmesini istemiş ve Anadolu seyahatleri, savaş süresince çeşitli gerekçelerle ertelenmiştir. Rockefeller’in iş ve hayırseverlik faaliyetlerinin sorgulanması ile oluşan tepkilerin üst düzeye çıkması sonrası Vakıf, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda kendini büyük ölçüde dönüştürerek “misyon olarak tıp” anlayışı yerine “bilimsel tıp modeline” yönelmiştir. (BOA, 1916)
Birinci Dünya Savaşı sonrası Vakıf, “dünyanın stratejik bölgelerinde halk sağlığı enstitüleri ve okulları oluşturarak, belirli hastalıkların kontrolünde laboratuvar hizmetlerini, personel değişim ilişkilerini ve istatistik çalışmalarını” ön plana çıkararak uluslararası ölçekte etkinliğini artırmıştır. Bu doğrultuda Vakıf; Türkiye, Çekoslovakya, Çin, Tayland, Hindistan, Avustralya, Hong Kong, Güney Afrika ve Kanada gibi ülkelerde halk sağlığı ve tıp alanında olduğu kadar eğitim, tarım ve endüstriyel kalkınma gibi alanlarda da çalışmalarına yön vermiştir.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde Halk Sağlığı ve Bilimsel Tıbbın Gelişimi
Rockefeller Vakfı, Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte sağlık alanına daha sistematik bir şekilde ilgi göstermeye ve faaliyetlerini yoğunlaştırmaya başlamıştır. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında Amerikan hayırseverlik faaliyetlerinin Ermenilere ve Rumlara yardım ve misyonerlik çalışmaları ile iç içe geçmesinden doğan şüpheci yaklaşım, Türk Hükümeti ile yakın bir işbirliğinin kurulmasını engellemiştir (Küçük Aziz, 2018, S. 97).
TBMM tarafından 3 Ocak 1922 tarihinde Dâhiliye Vekâletine gönderilen muhtırada, şimdiye kadar Amerikan faaliyetlerinin kâr güdüsü, ekonomik imtiyazları suiistimal etme, gayrimüslim ahaliyi kışkırtma ve hayırseverlik adı altında Hristiyanları Müslüman düşmanı olarak eğitme gayesi peşinde olduğu ve bunlara izin verilmemesi gerektiği dile getirilmiştir. Bu tutum, Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmiş dönemden kalan mirasın gölgesinde, ama geçmişteki gibi devam edemeyeceğinin en çarpıcı göstergesidir (Erhan, 2015, 399-401).
Türkiye’deki faaliyetlerini sürdüren Vakıf, Ağustos 1922’de Vakıf temsilcilerinden Dr. Victor G. Heiser’i İstanbul’a göndermiştir. 10 günlük bir ziyaret gerçekleştiren Heiser, Vakfın Türkiye’deki hastanelere yardım etmesi için oldukça hevesli olan ABD Yüksek Komiseri Amiral Mark Bristol’un de aralarında bulunduğu birçok kişiyle toplantılar ve hayırsever kurumlara ziyaretler gerçekleştirmiştir (Erdem ve Rose, 2000:136-137).
ABD’nin İstanbul temsilcisi Bristol; tıp, hıfzıssıhha ve tarım alanında destek verilmesi için Vakfın bazı temsilcilerinin İktisat Vekâleti tarafından Türkiye’ye davet edilmesi tavsiyesinde bulunmuş, bunun üzerine İktisat Vekili Mahmut Esat Bey teklif konusunda 24 Mart 1923’te Başbakanlığa görüşlerini sormuştur. Başbakan Rauf Bey de Meclisin açılışından bir gün sonra yani 24 Nisan 1923’te İktisat Vekâletine gönderdiği yazıda, “Rockefeller Vakfının memleketimize daveti uygun görülmemiştir, izin ancak kendileri müracaat ettikleri takdirde verilebilir” (BCA, 1923) diyerek Vakfın faaliyetlerine yönelik mesafeli tutumu sürdürmüştür.
Nisan 1924’te Türkiye’yi ziyaret eden bir başka Vakıf temsilcisi Richard M. Pearce “Türkiye’de Medikal Eğitim” üzerine bir rapor derlemeye başlamıştır. Haydarpaşa Tıp Fakültesi, Amerikan Hastanesi ve Hemşirelik Okulu gibi kurumları ziyaret eden Pearce, tıbbi alan ve uzmanlık eğitimi ile ilgili bir program geliştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Pearce, 1924: 53-56).
Pearce’ın ziyaretinin üzerinden kısa bir süre sonra Türk Hükümeti, halk sağlığı alanında çalışmalara başlamak üzere Türkiye’ye bir temsilci göndermeleri için Vâkıfa resmi bir davet göndermiştir. 1924 yılı süresince Vakfın Türkiye’ye ihtiyatlı yaklaşımından Bristol rahatsızlık duyuyordu, çünkü temsilcilerin devam eden ziyaretleri ve derlenen raporlara rağmen harekete geçilememişti. Selskar Gunn Mayıs 1925’te, günlüğünde uzun uzadıya temaslarını ve izlenimlerini detaylandırdığı bir ziyaret gerçekleştirmiş ve Vakfın çalışmaları için bir plan geliştirmeye başlamıştır. Gunn’ın günlüklerine göre (Gunn, 1927, 10) bu planın ilk fazı; Halk sağlığı araştırması yapma, eğitim ve araştırma bursları verme ve üst düzey temsilcilerin belirli Avrupa ülkelerine ziyaretler gerçekleştirmelerini sağlama şeklinde belirlenmiştir. 1926 yılında Vakfın daveti ile dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam iki ay süre ile Avrupa ülkelerinde incelemelerde bulunmuştur.
Vakfın ve Amerikalı yetkililerin uzun ve sabır gerektiren uğraşıları sonucu, Selskar Gunn Başbakan İsmet Paşa ile tanışmak için bir davet almıştır. Bu toplantı sırasında Gunn, Vakfın “sadece hükümetlerle çalışma ve eğer (Vakıf) Türkiye’ye birini gönderecekse o kişinin Sağlık Bakanlığı ile ilişkilendirilmesi gerektiğine yönelik” politikasını açıklamıştır. Rockefeller Vakfının, “dinsel misyonerlikten farklı olarak daha bilimsel ve seküler hayırseverlik yaklaşımı ile hareket etmesi, Cumhuriyet yönetimi tarafından kabul görmesini kolaylaştırmıştır” denilebilir.
Türkiye’de siyasi istikrarın 1926 yılına kadar sağlanması, Vakfın çalışma yönünü çok daha belirgin hale getirmiştir: Bu politika ile Türklere yurtdışında çalışabilmeleri için eğitim ve araştırma bursları vermek ve bir Hıfzıssıhha Kurumu oluşturmak için Sağlık Bakanlığı ile çalışmak olarak belirlenmiştir. Bu amaçla Vakıf, Türkiye’deki çalışmaların yürütülmesi için Vakfın Paris Ofisi’nde görev yapan IHD (Uluslararası Sağlık Bölümü) Temsilcisi Dr. Ralp K. Collins’i görevlendirmiştir. 1926 yılının Şubat ayında Türkiye’ye gelmiş ve birkaç ayını seyahat ederek ve bilgi toplayarak geçirerek “Türkiye’de Halk Sağlığı” adında kapsamlı bir rapor hazırlamıştır. Türkiye’de 1940 yılına kadar çalışan Collins, 1920 ve 30’lar boyunca Türkiye’de halk sağlığında Vakfın çalışmalarında kilit isim olmuştur (Erdem ve Rose, 2000:137).
Vakfın faaliyetlerinin Türkiye’de ve özellikle de İstanbul’da yoğunlaşması ile Amerikan sermayesinin ülkede gelişme çabası arasındaki ilişki dikkat çekicidir. 17 Şubat 1927’de diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması ile ekonomik ilişkiler artmaya başlamış ve 1929 yılında imzalanan Ticaret ve Seyr-i Sefain Antlaşması ile de taraflar karşılıklı olarak birbirlerine ‘en ziyade müsaadeye mazhar millet’ statüsü tanımışlardır. 1929 anlaşması, ticaretin yeniden canlanması ve Amerikan sermayesine Türkiye’de yeniden yatırım yapma olanağı sağlamıştır. Ford şirketine imtiyaz (1929), Türk-Amerikan Yatırım Ortaklığına kibrit tekeli imtiyazı (1930) gibi girişimlerle (Özgiray, 1999, 53-75) somut adımlar atılmakla birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni bir boyut kazanması 1945 sonrası gerçekleşmiştir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik ve mali istikrarının halk sağlığına dayandığının farkına varılması, Vakıf programlarının iyi niyet ve işbirliği ruhu içinde yürütülmesini teşvik etmiştir. Türk Hükümeti vakfın istekleri doğrultusunda hareket etmeyip Rockefeller etkisindeki kurumları ulusal gereksinimlere göre şekillendirerek transfer etme yolunu seçmiştir. Mart 1925’te Luckett ve Gray tarafından yazılan Elements of Public Health Administration (Genel Sağlık Yönetiminin Esasları) adlı kitap Sağlık Bakanlığı tarafından Türkçeye çevrildiğinde kitabın önsözünde Refik Saydam’ın “Türk Cumhuriyetinin girdiği yolda Türk milletinin hayat ve sağlığı, takip etmesi lazım gelen sağlık ve sosyal program için ne tecrübelere girişmesine zaman vardır ne de bu gibi tecrübelere verecek parası. Bunun için bütün milletlerin geçirdiği tecrübelerin sonuçlarından hemen yararlanmak isteriz” (Luckett ve Gray, 1925, 1-2) şeklindeki sözleri gönüllü olarak belirli bir sorunun bir ülkede nasıl çözüldüğüne ilişkin bilgi arayışını ima etmektedir. Bu gerçekler doğrultusunda, ulus devlet ve toplumsal düzenin inşa sürecinde olan Türk Hükümetinin bilgi birikimine sahip olan Vakfın halk sağlığı programlarını koşulsuz kabul etmesini kolaylaştırmıştır.
1. Tıbbi Eğitim ve Burs Programları
1920’li yılların başlarında Vakıf diğer Amerikan kuruluşları ile birlikte, Birinci Dünya Savaşından (1914-1918) sonra Türkiye’ye ve en çok da İstanbul’a göç etmeye başlayan Rum ve Ermeni mültecilerin de etkisiyle sağlık alanındaki faaliyetlerine devam etmiştir.
20 Ağustos 1920 tarihinde İstanbul’da yaşayan azınlıklara, göçmenlere ve Amerikalılara hizmet etmek ve nitelikli hemşireler yetiştirmek üzere Amiral Bristol Hastanesi bünyesinde Amerikan Kız Koleji’ne bağlı Türkiye’nin ilk hemşirelik okulu açılmıştır. Amerikan Kızılhaç’ı ve Yakın Doğu Yardım Cemiyeti yardımları ile desteklenen hastane ve okul, yerel halkın takdirini kazanma noktasında Amerikan hayırseverliğine önemli katkılar sağlamıştır. Nitekim İzmir, Beyrut, Atina, Sofya gibi yakın doğudaki kolejlerin çalışmaları büyük ölçüde Amerikan hayırseverliği tarafından finanse edilmesine paralel olarak Laura Spelman Rockefeller Memorial (John D. Rockefeller’in eşi) tarafından da Amerikan Kız Koleji tıbbi eğitimin sürdürülebilirliği için maddi yardımlar almıştır.
Vakıf özellikle 1923-1925 arası dönemde temsilcileri aracılığı ile tıbbi eğitimin durumu (İstanbul Haydarpaşa’daki Tıp Okulu) ve hemşirelik uygulamaları üzerine incelemeler gerçekleştirmiştir. Bina, cihaz, personel, yıllık bütçe, eğitim müfredatı ve diğer önemli göstergelerde veriler toplanmıştır. Aslında Vakıf, o yıllarda dünya genelinde 74 ülkede 450 tıp okulundan elde edilen bilgilerle dünyada tıbbi eğitimin durumunu resmetmeye çaba göstermiştir. Vakıf yaptığı analizlerde tıp okullarının tarihsel nedenlerden kaynaklı olarak İngiliz, Fransız ve Alman etkisinde olduğunu ve okulların çok farklı şekillerde örgütlendiklerini tespit etmiştir.
Bu etkiyi dönüştürerek bir “Amerikan modeli” oluşturmayı hedefleyen Vakıf, “uzman kişilerin uluslararası değişimi, yenilikçi adaptasyon programları ve farklı tıp okullarındaki tanınmış profesörlerin hazırladığı haber bültenleri yoluyla haberleşme ve iletişimi kolaylaştırma” stratejisi uygulamıştır. Vakfın bu dönemde Türkiye’deki hemşirelik incelemelerine göre, hemşireler halk sağlığı sisteminde önemli bir yer işgal etmelerine rağmen hem halk sağlığı hem de hasta bakıcı hemşireliğindeki bilgi düzeyi istenen koşulların çok uzağındadır.
Cumhuriyetin ilk milli hemşire okulu ise 21 Şubat 1925 tarihinde “Hilal-i Ahmer Hastabakıcı Mektebi” adı ile İstanbul’da açılmıştır. 1925 yılında Hilal-i Ahmer (Kızılay) genel başkanlığına getirilen Dr. Refik Saydam, Hastabakıcı Hemşire Okulunun modernizasyonu için Rockefeller Vakfına başvurarak İstanbul’a bir hemşirelik danışmanı gönderilmesini rica etmiştir. Bu davet üzerine İstanbul’a gelen Miss. Frances Elisabeth Crowell’in raporu doğrultusunda Hemşirelik Okulunda eğitim ve öğretim konusunda çeşitli reorganizasyon çalışmaları yapılmıştır (Yeniaras, 2000, 118). 1930 yılında Okulun ilk mezunu olan Fatma Abdurrahman Acar ile birlikte bir öğrenci, Vakfın desteği ile eğitimlerini geliştirme ve “ziyaretçi hemşire” olarak yetiştirilmek üzere ABD’ye gönderilmiştir.
Türkiye’de sağlık hizmetlerinin ve tıbbi eğitimin “batılılaşmasını” sağlamaya yönelik araçlardan biri de eğitim ve araştırma için sağlanan bursluluk (fellowship) programıdır. Halk sağlığı personelini eğitmek, özellikle Amerikan “halk sağlığı bilimi” nin yaygınlaşmasına yardım etmek, bilimsel disiplinleri ve yeni çalışma alanlarını desteklemek için tasarlanan program, Vakfın yurtdışı faaliyetlerinin temel bileşenlerinden biri olmuştur. Ülkemizden çok sayıda doktor ve hemşire, 1925 yılından itibaren tıp ve hemşirelik alanlarında eğitim ve araştırmada bulunmak üzere Amerikan eğitim kurumlarına kabul edilmiştir.
Türkiye’de 1920 ve 30’larda Vakfın çalışmalarının ağırlık merkezi haline gelen burs programında halk sağlığı alanı özel bir öneme sahip olmuştur. Bu dönemde, Tablo 1.’de görüldüğü gibi Türkiye’den klinik ve araştırma eğitimi almak üzere burs alan 44 kişiden 33’ü halk sağlığı alanından seçilmiştir.
Vakıf aracılığı ile ilk üç eğitim ve araştırma bursu alan kişi (fellow) ile ilgili olarak Ralph K. Collins 8 Şubat 1928 tarihli günlüğünde; Harvard’da tıp etiği bölümünde eğitim alan Dr. Mustafa Hakkı’nın Sağlık Bakanlığında zührevi hastalıklar klinik şefi, Dr. Zeki Nasır Barker’in Sağlık Bakanlığında istatistikçi, Dr. Tevfik Halil’in ise İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünde görev yaptıklarını belirterek, bu kişilerin yurda döndükten sonra halk sağlığı alanında çalışmadıklarını rapor etmektedir. Daha sonraki dönemlerde ise yurtdışında eğitim alan pek çok kişinin başta halk sağlığı olmak üzere Sağlık Bakanlığı bünyesinde etkin görevler yürüttükleri anlaşılmaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Dr. Zeki Nasır Barker, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletinde genel müdürlük ve müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. Dr. Tahsin Şevket Berkin, 1929-30 yıllarında Amerika’da John Hopkins Üniversitesinde eğitim aldıktan sonra 35 yıl Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünde çalışmış, 1961-1965 yıllarında enstitü müdürlüğü yapmıştır. Dr. Kâmil İdil, Sağlık Bakanlığında Hıfzıssıhha Dairesi Başkanlığı, Hıfzıssıhha Okulu Müdür Yardımcısı (1935-1938) ve Müdürlüğü (1945-1946) görevlerinde bulunmuştur. Dr. Vefik Vassaf Akan, 1942 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Müessesesi ikinci müdürlüğüne tayin edilmiş ve bu görevde 1946 yılına kadar devam etmiş ve daha sonra Hıfzıssıhha Okul Müdürü (1946-1949) olmuştur. Dr. Kadri Olcar, 1947-1953 yılları arasında Sağlık Propagandası ve Tıbbi İstatistik Genel Müdürlüğü yaptıktan sonra 1953-1957 senelerinde Hıfzıssıhha Okul Müdürlüğüne tayin edilmiştir.
Tablo 1. Türk Bursiyerlerin Temel Çalışma Alanlarına Göre Sayıları (1920-1980)
Alan | 1920’ler | 1930 | 1940 | 1950 | 1960 | 1970 | 1980 | Toplam |
Halk Sağlığı | 15 | 18 | 1 | 8 | – | – | – | 42 |
Sosyal Bilimler | 1 | 4 | 1 | 17 | 15 | – | – | 38 |
Tıbbi Eğt. ve Arş. | 4 | 2 | 2 | 22 | 7 | – | – | 37 |
Zirai Bilimler | – | – | – | – | 5 | 13 | 6 | 24 |
Beşerî Bilimler | – | – | – | 15 | 1 | – | – | 16 |
Toplam | 20 | 24 | 4 | 62 | 28 | 13 | 6 | 157 |
Kaynak: (Rose, 2008: 22-23).
1950’lere kadar halk sağlığı alanında yoğunlaşan bursluluk programı, 1950 sonrası beşerî ve sosyal bilimler, tıbbi araştırma ve eğitim, 1960’lardan sonra ise zirai bilimler alanlarına yönelmiştir.
1.1. Hıfzıssıhha Enstitüsü
Cumhuriyetin ilk yıllarında, bazı hastalıklara karşı, aşı ve serum üretimi yapan kurumlar dışında Türkiye’de toplum sağlığını bütün yönleriyle kapsayacak bir müessese yoktu. Hâlbuki Batı ülkelerinde, aynı yıllarda bu tür müesseseler “Hijyen Enstitüsü” ismi altında kurulmuştu ya da kurulmakta idi. Vakfın faaliyetlerinin merkezinde yer alan hijyen enstitüleri, modern halk sağlığı yöntemleri ile eğitilen doktor ve hemşirelerin istihdam edildiği, halk sağlığı için gerekli aşı, serum ve ilaçları üretme, hastalıklar için gerekli laboratuvar tetkiklerini yapma, diğer bir ifade ile klinikler ve sağlık merkezlerinin altyapısının merkezleri şeklinde hareket etmek üzere yapılandırılmıştır. Dr. Refik Saydam da koruyucu sağlık hizmetlerini ilk defa ele aldığında, böyle bir müessesenin gerektiğine inandığı için 1925 yılı Bakanlık Çalışma Programına dâhil etmiştir (SSYB, 1982, 56-57).
Dr. Refik Saydam’a göre değişen sağlık politikalarının gereği olarak pek çok ülkede kurulmuş olan hijyen enstitüleri Türkiye için de önemli bir gereksinimdi. Vakıf temsilcilerinin bizzat Dr. Refik Saydam tarafından karşılanması ve ağırlanması, Vakfın misafiri olarak birkaç Avrupa ülkesini ziyaret etmesi (1926), Türk Hükümetinin halk sağlığının geliştirilmesi konusundaki istek ve kararlılığının ispatı niteliğindeydi. Hızla benzer bir kurumun Türkiye’de de hayata geçmesi için çalışmalara başlayan Dr. Refik Saydam, Vakıftan destek istemiştir. Vakfın sıklıkla kullandığı stratejilerden biri olan “başlangıç desteği” olarak Hıfzıssıhha Enstitü ana binasının inşası ve donanımı için Vakıf, 1928 yılında vaat ettiği 80 bin doları ödemiştir.
Dr. Refik Saydam’ın, Sağlık Bakanlığı döneminin ve Cumhuriyetin de en önemli eserlerinden biri olan Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi, 27 Mayıs 1928 tarihinde 1267 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Hakkında Kanun”la, İstanbul ve Sivas‘taki Bakteriyolojihaneler ile Ankara‘daki Kimyahane‘nin birleşmesiyle Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletine bağlı olarak kurulmuştur. Böylece Hıfzıssıhha Müessesesinin, bilimsel inceleme ve araştırma yanında memlekette görülen bulaşıcı ve toplumsal hastalıklar ile Türk halkının biyoloji ve biyometrisine ilişkin araştırmalar yapan teknik bir organ mahiyetine sahip olarak yapılandırılması hedeflenmiştir.
1928 yılında başlayan Hıfzıssıhha Müessese binalarının inşaatı 1933 yılında tamamlanmıştır. Hıfzıssıhha müessesesi (Numune hastanesi ile birlikte) inşaat planlarını düzenlemek üzere Avusturya Mimarlar Cemiyeti 2. Başkanı Robert Orley, proje tutarının yüzde 2’si peşin ödenmek suretiyle Türkiye’ye getirtilmiştir. İnşaat için ise Viyanalı Redlich&Berger İnşaat firması ile sözleşme yapılmıştır. 1928 yılı içinde Theodor Jost’un tasarladığı Kimyahane ve Bakteriyoloji Binası, 1928-1932 yıllarında da Serum Müessesesi, Hıfzıssıhha Okulu ve Lojman ünitelerinin inşaatı tamamlanmıştır.
Ülkemizde koruyucu sağlık hizmetleri anlayışının yerleşmesinde çok büyük katkısı olacak olan Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü, kuruluş yıllarında Kimya, Bakteriyoloji, İmmünobiyoloji ve Farmakodinami şubeleri olmak üzere 4 şube ile bunlara bağlı olarak çalışan 14 uzman ve 40 yardımcı personelden oluşmaktaydı (SSYB, 1982: 58). 1935 yılında kabul edilen 2755 sayılı Ankara Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinde Kullanılacak Yabancı Uzmanlara Ait Kanunun, “Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekilliği, Ankara Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin türlü bölümleri için getireceği yabancı uzmanlarla müddeti beş seneyi geçmemek üzere mukavele yapmağa mezundur” hükmü çerçevesinde Enstitüye pek çok uzman getirtilmiştir.
Özellikle enstitüye bağlı dört şubenin bilimsel/teknik araştırma ve inceleme yeterliliğinin kazanılması için Emil Goldsmith (enstitü yöneticisi ve bakteriyoloji şubesi sorumlusu), Stefan Baecher (immünoloji şubesi sorumlusu), Paul Pulewka (farmakodinami şubesi sorumlusu) ve Eduard Scheller (kimya şubesi sorumlusu) gibi yurtdışından getirilen hekimler müessesenin çeşitli kısımlarında görev yapmışlardır.
Devletin modernizasyonu hedefinin araçlarından biri olarak da nitelenebilecek olan enstitü bünyesinde, 1931-1950 yılları arasında BCG (oral ve deri içi), tifüs, çiçek, boğmaca, enflüanza aşısı ile kuduz ve akrep serumu üretimine geçilerek başarılı çalışmalar yapılmıştır. Böylece hem koruyucu hekimlik bilgisi ile donatılmış idari bir kurum inşa edilmiş, hem de halk sağlığı personelinin eğitimi için ulusal karaktere sahip bir eğitim kurumu hayata geçirilmiştir.
Yazı serisinin 5. Bölümü “Hıfzıssıhha Müessesesinin Kurulması” detayına ulaşabilirsiniz.
1.2. Hıfzıssıhha Okulu
Halk sağlığı programlarının öneminin farkına varılması ve koruyucu hekimlik alanında yeterli derecede eğitimli ve kalifiye personel eksikliği, halk sağlığı okullarının gelişimini teşvik etmiştir. 1267 sayılı kanuna göre Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi bünyesinde bir de Hıfzıssıhha Okulu kurulması gerekiyordu. Ancak maddi kaynak sıkıntısı başta olmak üzere çeşitli nedenlerle okulun açılması gecikmişti.
Rockefeller Vakfı Hıfzıssıhha Okulu’nun yapımı, donanımı ve ekipmanı için 1930 yılında 100 bin dolar ve 1933 yılında 100 bin dolar olmak üzere 200 bin dolar göndermiştir (RF, 1930:291 ve RF, 1933, 374). Bu hibelerin de desteğiyle 2 Kasım 1936 tarihinde Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi içinde Enstitüden ayrı bir Hıfzıssıhha Okulu açılmıştır.
Okul Müdürlüğüne Dr. Refik Saydam‘ın Amerika gezisinden tanıdığı Dr. Ralph K. Collins, maaşı Vakıf tarafından ödenmek ve Vakıf temsilciliği de üzerinde kalmak koşuluyla getirilmiştir. Yine Vakfın önerdiği Amerikalı mühendis Daniel E. Wright, ücreti vakıf tarafından verilmek koşuluyla Hıfzıssıhha müessesesinde çalıştırılmak üzere gönderilmiştir. Refik Saydam açış nutkunda bu gelişmeleri şöyle dile getirmiştir (Gören ve Görsel, 1961, 59):
Türkiye Hıfzıssıhha Okulu açılırken bana düşen bir görev daha vardır. O da yüksek ideali ile bütün dünyada hürmetle anılan “Rockefeller Vakfı” isminin bu müessesenin vücudu ile yakından ilgili olduğu söylemek ve Vakfın Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin ve Hıfzıssıhha Okulunun inşasına ve tesisine bağışladığı 280 bin dolardan başka, okulun faaliyete girmesi için de hürmetle tanıdığımız sevimli arkadaşımız Dr. Collins’i müdür olarak vermesini şükranla yad etmek benim için bir borçtur.
Rockefeller Vakfının bize kıymetli yardımları bundan ibaret değildir. Birçok Türk doktorun koruyucu tıp ve sosyal hıfzıssıhha branşlarında olgunlaşma kurslarını yıllardan beri üzerine almış ve okulun sıhhi mühendislik şubesine de Mühendis Wright gibi kıymetli bir personelini tahsis etmiştir.
Rockefeller Vakfı hakkındaki teşekkürlerimi bitirmeden bize yıllarca büyük dost olarak manevi yardımlarını esirgememiş olan Dr. Russell, Dr. Gunn, Dr. Sawyer ve Dr. Strode’un isimlerini anmayı bir borç bilirim.
Böylece Vakıf, Okulun bilimsel ve akademik örgütlenmesinde önemli bir rol oynamış ve ilk müdürünü de kendi bünyesinden temin etmiştir. Daha doğrusu programların kontrolünü kendi ellerinde tutmak için örgütsel kapasitenin inşasını bir önkoşul olarak ileri süren Vakıf, programların başarısını garanti altına almak ve verilen hibelerin kontrolü için de sürekli veya geçici kendi personelini görevlendirme usulünü tercih etmiştir.
Hıfzıssıhha Okulu’nda Dr. Collins’in müdürlükten ayrıldığı 1940 yılına kadar hekimlere ve sağlık personeline 3-4 ay süren halk sağlığı kursları verilerek sıtma, tüberküloz, çevre sağlığı, çocuk ishalleri üzerine çalışmalar yapılmış ve yabancı uzmanların katıldığı çeşitli konferanslar düzenlenmiştir (Dedeoğlu, 2001, 468). Okul, sağlık hizmetlerinde görevli personelin okul sonrası hizmet içi ve akademik eğitim programları ile yetiştirilmesi ve sağlık alanında bilimsel araştırma yapmakla görevlendirilmesi konusunda büyük bir eksikliği gidermiştir.
Vakfın finansmanı ile desteklenen halk sağlığı okulları laboratuvara dayalı disiplinlerde (bakteriyoloji, parazitoloji, immünoloji, viroloji ve tıbbi entomoloji gibi) iyi bir eğitim sağlarken, aynı zamanda halk sağlığında kullanılan idari metotların (veri toplama, derleme ve analiz teknikleri, harita, grafik ve tablo hazırlama, yerel ve ulusal düzeyde sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi) standartlaştırılmasını ve rasyonelleşmesini sağlamıştır. Aynı şekilde, Vakıf temsilcileri tarafından savunulan yönetim biliminin genel ilkelerinin (sağlık kampanyalarının piramit şeklinde organizasyonu, istatistiğin önemi, hesap verebilirlik, doğru kayıt tutma) yerel koşullara uyarlanarak (Löwy ve Zylberman, 2000, 377) yakalanan enstitü-okul etkileşimi pratikte başarılar elde edilmesini sağlamıştır. Vakıf uzun yıllar Hıfzıssıhha Okuluna desteğini sürdürmüştür.
Yazı serisinin 9. Bölümü “Hıfzıssıhha Mektebi-Okulu“ nun tüm detaylarına ulaşabilirsiniz.
1.3. Sıhhat Merkezleri
Rockefeller Vakfı, bir yandan hibelerle başlatılan sıtma ve kancalı kurt gibi belirli hastalıklara odaklanan “dikey” programlara ağırlık verilirken, diğer yandan koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin daha bütüncül bir yaklaşımla ele alınması için hastane ve kliniklerin iyi organize edilmiş bir halk sağlığı altyapısı ile donatıldığı “yatay” programları teşvik etmiştir (Waitzkin and Jasso-Aguilar, 2015:117-118).
Vakfın halk sağlığı çalışmalarının ayırıcı özelliğini ve belki de faaliyetlerin uzun dönemli bir perspektifte kabul görmesini sağlayan şey, sağlık merkezleri ve yerel sağlık birimleri aracılığı ile yürütülen çalışmaların uygulamasının gösterimi, programı ve sağlık hizmetlerinin başarıya ulaşmasında halk sağlığı hemşiresinin değerinin gösterilmesi olmuştur.
1.3.1. Etimesgut Numune Dispanseri ve Sıhhat Merkezi
Dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam, Mayıs 1929’da Vakfın misafiri olarak Bakanlık Sağlık İşleri Genel Müdürü Dr. Asım Arar ile birlikte sağlık hizmetleri alanında incelemelerde bulunmak üzere üç aylığına ABD’ye gitmiştir (SSYB, 1982: 12). Refik Saydam’ın, ABD ziyareti sonrası edindiği izlenimler ve teknik bilgi sonrası Ankara’da “Etimesgut İçtimai Hıfzıssıhha Numune Dispanseri” adı ile bu merkez açılmasına karar verilir.
1929 yılında inşaatına başlanan merkez, 1930 yılında hizmete girmiştir. Bu örnek kuruluş diğer muayene ve tedavi evlerinden farklı olarak Etimesgut Bucak merkezi ve köylerine koruyucu (halk sağlığı) ve tedavi edici sağlık hizmetlerini bir arada sunmak üzere planlanmakla birlikte, ağırlıklı olarak ayaktan sağlık hizmetleri sunarak sevk zinciri sistemi doğrultusunda çalışmıştır (Aydın, 2002, 42-43). Adı geçen dispanser, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletince hazırlanmış özel bir yönetmelik (Etimesgut İçtimai Hıfzıssıhha Numune Dispanseri Talimatnamesi) ile etkinliğini uzun süre sürdürmüştür. 1934 yılında ise Etimesgut Dispanseri başhekimliğine atanan Dr. Cemalettin Arifi Or, 1935 yılında Vakfın desteği ile ABD’ye gönderilmiş, yurda dönüşünde Haziran 1937 yılında Etimesgut’taki Dispanser köy tipi “sıhhat merkezi” haline dönüştürülmüştür. Vakıf tarafından 1937 yılında Ankara’daki bu sıhhat merkezine 56.700 dolar tahsis edilmiştir (RF, 1937, 455).
Gelişmiş ülkelerde koruyucu hekimlik amacı güden sağlık merkezlerinin, Türkiye’de halkın iktisadi seviyesinin düşüklüğü ve tıbbi yardım sorunu nedeniyle hem tedavi edici hem koruyucu hekimlik alanında çalışmaya mecbur olduğunu dile getiren Dr. Cemaleddin Or, bu merkezde yaptığı çalışmalarla başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere birçok kişinin takdirini kazanmıştır (Uğurlu, 1994, 29-33). Bu köy tipi örgütleme, daha sonraki yıllarda hayata geçen “sağlık ocağı” biçimindeki örgütlenmenin öncülü niteliğinde bir kuruluştu.
1.3.2. Edirnekapı Sıhhat Merkezi
Sağlık Bakanlığı koruyucu hekimlik alanında örgütlenme noktasında gerekli personeli yetiştirmek üzere Vakfın desteği ile İstanbul Belediyesi Sıhhat İşleri Müdür Yardımcısı Dr. Kutsi Esencan’ı Londra’ya ve İstanbul Kızılay Okulu başhemşiresi ve öğretmeni Fatma Abdurrahman Acar’ı ABD’ye göndermiştir. Bunların yurda dönüşlerinde koruyucu hekimliğin çok önemli tatbik alanı olan Edirnekapı sıhhat merkezi 1934’te şehir tipi olarak açılmıştır.
Vakıf temsilcilerinden George K. Strode daha 1930 yılında, yeni genelleşen hizmetler için model bölgeler oluşturulması gerektiğinden hareketle İstanbul’da tüberküloz çalışmalarının yürütüldüğü “verem dispanseri” binasının böyle bir merkez için uygun olabileceğini tavsiye etmiştir (Strode, 1930, 16-17):
Verem dispanseri binası çocuk sağlığı, doğum öncesi bakım, bulaşıcı hastalıkların kontrolü, laboratuvar, diş ve halk sağlığı hemşireliği gibi hizmetleri de içinde barındırabilir. Sağlık merkezinin yöneticisi aynı zamanda bölge sağlık müdürü olabilir ve merkezin faaliyetleri mümkün olduğu müddetçe bölge halkına hizmet verecek şekilde sınırlandırılmalıdır. …
Merkezin yöneticisi olacak kişinin eğer gerekirse bir yıllık bir fellowsiplik programına alınarak işe hazırlanması sağlanmalıdır. Uygun asistan hekimler bulunmalı ve yerinde eğitilmelidir. Bir başhemşire, bir eğitim hemşiresi ve iki yardımcı hemşire olmak üzere tamamı yurtdışında eğitilebilecek en az dört kişilik bir hemşirelik personeline gereksinim duyulacaktır. Bu personel ile birlikte yaklaşık 20 hemşire bir yılda eğitilebilir. Eğer 1930 yılında bir hemşire eğitilebilirse bu kişi 1931 yılında hazır hale gelecek olan Samiye (fellowship) ile birlikte merkezi organize edebilir…
Bu nedenlerle, Vakıf Edirnekapı’daki sağlık merkezinin hem model transferini sağlamış hem de eğitim ve finans desteği ile modelin sürdürülmesini garanti altına almıştır. Rockefeller yıllıklarına göre, Vakfın Uluslararası İlişkiler Bölümü (IHD)’nün 1934 yılından beri yardımda bulunduğu İstanbul’daki Edirnekapı Sağlık Merkezine 1936-1939 yıllarında 6 bin dolar yardımda bulunulmuştur (RF, 1936, 113).
Özellikle ana-çocuk sağlığına önem verilen merkezde hamilelere ve emzikli çocuklara bakılmakta ve yoksul olanlara yardım edilmekteydi. 1946 yılında Sağlık Bakanlığı görevine atanan Dr. Behçet Uz tarafından hazırlanan “Birinci On Yıllık Milli Sağlık Planı” nda da sağlık merkezlerinin yaygınlaştırılması ilkesi benimsenmiş olmasına rağmen, pratikte 1950 yılına kadar sağlık merkezi yapımında kayda değer bir gelişme meydana gelmemiştir. 1950 sonrası DP hükümetleri döneminde ise “16 olan sağlık merkezi sayısı 1956 yılında yapımı devam edenlerle birlikte 280’e çıkarak” önemli bir artış sağlanmıştır. (Albayrak, 2004, 409)
Birinci Dünya Savaşının başlaması ile Rockefeller Vakfı Avrupa’daki çalışmalarına ara vermesi ile Dr. Ralp Collins, 1940’da Türkiye’den ayrılmıştır. II. Dünya Savaşı sona ermeden önce, Mart 1945’te yeni Sağlık Bakanı Dr. Sadi Konuk, Vâkıfa bir mektup yazarak personeli Türkiye’ye dönmeye davet etmiştir. Bu konuda bir gelişme olmamasına rağmen, Vakfın ziyaretleri hız kesmemiştir. Vakfın IHD yöneticisi Dr. George K. Strode ile Afrika-Anadolu yöneticisi Dr. D. Bruce Wilson ve Hastabakıcılık Teşkilatı temsilcisi Miss Varley’in Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Behçet Uz’u 9 Şubat 1948 tarihinde ziyaretleri dikkat çekicidir. Bu ziyarette, Bakan hazırladıkları “Milli Sağlık Planı”nda Vakfın Ortadoğu temsilcisi Dr. Fred L. Soper’in 1946 yılında gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında (Dirim, 1946:454) halk sağlığı, koruyucu hekimlik ve hastabakıcılık hakkında bilgi ve tecrübelerinden çok faydalandığını, Birleşmiş Milletlerin DSÖ Anayasası’nın lüzum ve esaslarını severek ve inanarak benimsediklerini dile getirmiştir. Vakıf yöneticilerinin ziyaretleri daha sonra da devam etmiştir. Vakfın Ortadoğu delegesi Dr. Wilson 20 Mart 1949’da İstanbul’a gelmiş ve sonrasında Ankara’ya giderek sağlık kuruluşları ile temaslarını sürdürmüştür. (Dirim, 1949: 69).
1950 sonrası ise refah devletinin ortaya çıkması tıp ve hayırseverlik arasındaki tarihsel ilişkiyi belirsizleştirmiştir. Özellikle sağlık hizmetlerinin sorumluluğunun merkezi yönetim tarafından üstlenilmesi ile Vakfın faaliyet alanı biçim değiştirerek halk sağlığından, tıbbi araştırma ve eğitim alanına yönelmiştir.
2. Türkiye’de Tıbbi Eğitim ve Nüfus Programlarında Vakfın Rolü
Türkiye’de Erken Cumhuriyet dönemi ile birlikte sistematik bir şekilde faaliyet gösteren Vakıf, uluslararası düzeyde elde ettiği halk sağlığı bilgisi ile sağlık politikalarında ve sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemde Vakfın desteği ile “tıp eğitimi”, “hıfzıssıhha enstitüsü”, “hıfzıssıhha okulu”, “sıhhat merkezleri” ve “bursluluk programları” gibi stratejik araçlarla sağlık alanının kurumsallaşmasına katkı sağlanmıştır (Küçük, 2018).
Birinci Dünya Savaşı sonrası Vakıf, Soğuk Savaş ortamında stratejik politik öneminden ötürü Türkiye’deki faaliyetlerini yeni programlar ekleyerek artırmıştır. Vakıf daha önce de belirtildiği gibi, bu yıllarda programlarında ve çalışma stratejisinde değişikliğe gitmiştir. Vakfa göre toplumun kitlesel kararları, son tahlilde küçük gruplarda hâkim olan anlayış, tutum ve davranış biçimleri ile belirlenmektedir. Bu felsefeden hareketle Vakıf, bağış miktarından ya da programın büyüklüğünden bağımsız olarak üniversite bölümleri, laboratuvar ekipleri ve teknik olarak uzman ve entelektüel olarak özgür olan bireyler gibi küçük gruplarla çalışma kararı almıştır (RF: 1951: 13-14). Vakıf bu yaklaşımı ile toplumun modernleşmesi ve Batılılaşması için liderlik edecek isimlerin yani ‘yaratıcı azınlığın’ önünü açmak istemiştir (Erken, 2015: 113-144). Diğer bir deyişle, kapitalist toplum yapısının sürdürülmesinde araştırma ve kültürel faaliyetlerle uğraşarak hâkim grup veya sınıfın çıkarına hizmet eden organik aydınları (Gramsci, 2014: 45-47) yaratma hedefi gütmüştür. Bu ölçüt, Vakfın çeşitli alanlarda uyguladığı bağış ve bursluluk programlarının ayırıcı özelliği olmuştur. (Vakfın bursiyerleri arasında tıp ve sağlık bilimleri alanında Nusret Fişek, İhsan Doğramacı; sahne sanatları alanında Yıldız Kenter, Tunç Yalman; siyaset bilimi alanında Mümtaz Soysal, Ergun Özbudun, Taner Timur, Mete Tuncay, Deniz Baykal, Bülent Ecevit; ekonomi alanında Gülten Kazgan, Haluk Cillov, Oktay Yenal, Orhan Türkay, Besim Üstünel; tarih alanında Halil İnalcık ve kamu yönetimi alanında Arif Payaslıoğlu isimleri dikkat çekmektedir.)
2.1. Vakfın Tıbbi Faaliyetleri ve İhsan Doğramacı ile İşbirliği
Vakfın 1950 ve 1960’lı yıllarında Türkiye’de tıbbi alandaki faaliyetlerini koordine eden ve yönlendiren kişi konumunda olan İhsan Doğramacı, entelektüel birikimi ve azmi ile Vakıf açısından önemli bir yere sahipti. Nitekim Vakfın 1963 yılında düzenlenen 50. yıl kutlamalarına Yakın Doğu’dan katılan tek kişi olduğu dikkate alındığında ne kadar önemli bir değere sahip olduğu görülmektedir. Bundan ötürü Doğramacı, Vakıfla kurduğu yakın ilişki neticesinde Türkiye’de tıp eğitiminin geliştirilmesi, medikal bakım araştırmaları ve sağlık bilimlerinin geliştirilmesi gibi alanlarda projeler ve programlar geliştirmiştir. (Küçük, 2020, 1491-1516)
2.1.1. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Kürsüsü
Rockefeller Vakfı’nın Türkiye’de 1950 sonrası en dikkat çekici programlarından biri, tıbbi eğitim ve ana-çocuk sağlığının geliştirilmesi programıydı. Bu programın başlangıcının 16 Ocak 1954 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde Prof. İhsan Doğramacı’nın başkanlığında Çocuk Sağlığı Kürsüsü’nün açılması olduğu söylenebilir. Kürsünün açılmasına müteakip 2 Şubat 1954 tarihinde Kürsüye bağlı olarak çocuk sağlığı klinik ve enstitüsü, Ankara Cebeci’deki bir binada poliklinik hizmeti vermeye başlamıştır. Prof. İhsan Doğramacı, 1955 yılında Vakfın daveti üzerine ABD ve Meksika’da anne ve çocuk sağlığı enstitülerini ve pediatri kliniklerini ziyaret ederek (RF; 1955: 31) inceleme ve gözlemlerde bulunmuştur. Bu ziyarette, Vakfın o yıllarda Türkiye’deki programlarını koordine eden John Marshall’ın (RF; 1955: 121) ve Türkiye’de araştırma yapan ABD’li bir yazar olan Richard D. Robinson’ın telkinlerinin etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Doğramacı “karizmatik liderliği, enerjisi, kararlılığı ve profesyonel yetkinliği” ile Vakıf görevlilerinin övgüsünü ve güvenini kazanmıştır. Öyle ki Vakıf görevlileri onu, kendisini Türkiye’de son derece yüksek olan çocuk ölümlerini azaltmaya; çocuk hekimleri ile diğer tıbbi personelin eğitimini geliştirmeye; eski Alman tıbbi eğitim sistemi yerine modern Amerikan eğitim sistemi getirmeye adayan bir kişi olarak tanımlamışlardır. 1954 yılının ortalarında Hacettepe Çocuk Hastanesi’nin temelleri atılmakla birlikte, Vakıf görevlileri İhsan Doğramacı’ yı 1955 yılında ilk ziyaret ettiklerinde (RF, 1956: 85-86), mevcut klinik yarı-tamamlanmış bir binadan oluşmaktaydı ve uluslararası standartlarda modern klinik eğitim ve araştırma hizmeti verebilme imkânı bir rüyaydı. Bu rüyayı gerçekleştirme, bir başka deyişle anne ve yenidoğan ölüm oranlarını azaltarak çocuk sağlığı ve hijyen konusunda sağlık çalışanlarını modern yöntemlerle eğitme hedefine ulaşabilmek için Vakıf, dört yıllık bir finansal destek taahhüdünde bulunmuştur.
2.1.2. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Enstitüsü
Vakıf, diğer yandan üniversitelerin tıbbi araştırmalarını teşvik etmek üzere laboratuvarlara ve enstitülere de mali destek sağlamaktaydı. Bu doğrultuda 1956 yılının başlarında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini ziyaret eden Vakfın “Tıp ve Halk Sağlığı Bölümü” ikinci direktörü Dr. John Weir, Fizyoloji Enstitüsü’nde yapılan eğitim ve araştırma çalışmaları ile ihtiyaçlar hakkında bilgi almıştır (Terzioğlu, 1957: 464).
Enstitüde görev yapan Meliha Terzioğlu’nun fizyolojideki laboratuvar deneyimlerinden, metabolizma ve hematoloji gibi konulardaki çalışmalardan da etkilenen Vakıf, Fizyoloji Enstitüsüne ihtiyaç olan cihaz ve malzeme alımı için 1957 yılında 20 bin dolar bağış yapmıştır (RF; 1957: 82). Daha sonra Terzioğlu, 1959 yılında da ABD ve Latin Amerika’daki fizyoloji laboratuvarlarını ziyaret etmesi ve Buenos Aires (Arjantin)’deki Fizyoloji Kongresine katılması için Vakıftan 4,650 dolar hibe almıştır (RF, 1959: 107-108).
2.1.3. Ankara Üniversitesi Hacettepe Çocuk Sağlığı Enstitüsü
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Kürsüsü’nün bir parçası olan Çocuk Sağlığı Enstitüsü’ nün 1957 yılında tüzel kişilik kazanması sonrası, bu enstitüye bağlı olarak Hacettepe Çocuk Hastanesi üç katlı ve 150 yatak kapasiteli olarak Temmuz 1958’de faaliyete başlamıştır. Vakfın sağladığı burslarla ABD’de eğitilen asistan ve uzman hekimler Enstitünün eğitici kadrolarını oluşturmuştur. Hastane ve Çocuk Sağlığı Kliniği, üniversitenin tıp fakültesinde yeni bir eğitim modelinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Ankara Üniversitesi Çocuk Sağlığı Kliniği’ne 1956yılında cihaz ve donanım satın alımı ve ziyaretçi Amerikan profesörlerin görevlerinin devamı için 100.000 dolar kaynak sağlanmıştır.
Öğrenciler sınavla alınmaya, temel bilimlerin öğretimine ağırlık verilmeye, laboratuvar uygulamaları ile klinik eğitimlerin yaygınlaştırılmasına başlanmıştır. Aynı zamanda akademik yıl beş aydan dokuz aya çıkarılmıştır. Vakıf, tıbbi eğitimin reorganizasyonunun sadece Türkiye için değil, diğer Ortadoğu ülkeleri için de önemli bir etki yaratmasını bekliyordu.
Birkaç yıl içinde Ankara Üniversitesi’ndeki tıp öğrencilerinin yaklaşık yüzde 10’unun diğer Ortadoğu ülkelerinden (Irak, Suriye, Lübnan İran ve Afganistan gibi) gelmeye başlaması (RF; 1961:190) beklenen etkiyi yansıtmaktaydı. Vakıf, 1960 yılında çocuk sağlığı kliniğini geliştirmek ve bir araştırma merkezi haline gelmesi için 145 bin dolar tahsis etmiştir. Bunun 115 bin doları yeni biyokimya laboratuvarına cihaz ve donanım satın alma ile inşaat halindeki poliklinik için, geri kalan kısmı ise zaman zaman Enstitüyü ziyaret edecek uzman ve eğitimciler için kullanılması (RF; 1960: 96) planlanmıştır. 1961 yılında da çıkan yangın sonucu zarar gören bina yenilenmiştir.
2.1.4. Hacettepe Tıp Fakültesi
1961 yılında Çocuk Sağlığı Enstitüsüne bağlı yüksek hemşirelik, tıbbi teknoloji ve fizik tedavi ve rehabilitasyon alanında eğitim yapmak üzere Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Yüksek okulunun açılması üzerine Vakıf, 1962 yılında Yüksekokulun eğitim programının geliştirilmesi için 110 bin dolar yardım yapmıştır. 1963 yılında da ilgili bölümlerin Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi hâline getirilmesi üzerine de 1964 yılında 225 bin dolar mali destekte bulunmuştur. Hacettepe Tıp Fakültesinin ana hedefi, öğretim üyesi yetiştirerek yurdun çeşitli bölgelerinde yeni fakültelerin ve üniversitelerin kurulmasına yardım etmek olmuştur. Örneğin 1965 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesinde bir Tıp Fakültesi kurulması görevini üzerine alan Hacettepe’ den 60 öğretim üyesi ve öğretim yardımcısı sürekli hizmet için Erzurum Tıp Fakültesine atanmıştır (TBMM, 1967: 17-18).
Ankara Üniversitesi bünyesi içinde kurulmuş bulunan Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinin süreç içinde gösterdiği gelişme ile artık bir üniversite niteliğini kazandığı görülerek 1967 yılında Hacettepe Üniversitesi halini almıştır. Hacettepe kurumları üniversite statüsüne kavuştuktan sonra ülkedeki çeşitli tıp fakültelerinin (Trabzon, Sivas, Kayseri, Samsun, Eskişehir gibi) kuruluşuna katkıda bulunmuştur.
1956 ve 1967 yılları arasında bu alandaki programlar için bir milyon doların üzerinde bir bağış yapmış ve aynı zamanda 37 kişiyi de bursiyer (fellowship) olarak yurtdışında eğitime göndermiştir.
2.2. Nüfus Planlaması Programlarının Gelişimi
Türkiye’de 1920’li yılların sonlarından itibaren izlenen ‘doğurganlığı özendirici’ bir politikadan ‘doğurganlığın azaltılması’ politikasına geçilmesi çalışmalarına Sağlık Bakanlığı tarafından 1958 yılında başlanmıştır. Bakanlık ana-çocuk sağlığı yönünden yani tıbbi gereklilikler noktasında konuya eğilirken (Fişek, 1964: 11), nüfus sorununa ekonomik yaklaşım kamuoyunda hâkim anlayış olmuştur. Türkiye’de, Neo-maltusyen söylem ile örtüşen hızlı nüfus artışının tüketimin artmasını teşvik ettiği, tasarrufların artmasını ve kalkınmayı engellediği şeklindeki görüşler (Türkay, 1961: 84-91; Cillov, 1962: 1-2) nüfus politikasının değişiminde önemli rol oynamıştır. Bu yıllarda uluslararası düzeyde resmi programını oluşturan Vakıf, gelişmekte olan ülkelerdeki politika yapıcılara kendi nüfus planlaması programlarını geliştirmeleri için uzman desteği, nüfus araştırma merkezleri, eylem araştırma projeleri, demografik ve biyomedikal araştırmalardan oluşan bir eylem paketi önermiştir (RF, 1968: 38-55).
2.2.1. Demografik Araştırmalar ve Eylem Araştırma Projeleri
1963 yılının Şubat ayında ABD’de çeşitli ülkelerdeki nüfus planlaması faaliyetlerine yardımcı olmak üzere kurulan Nüfus Konseyi Başkanı Dr. Notestein Ankara’ya gelmiş ve Türkiye’deki çalışmaları destekleme vaadinde bulunmuştur. Nisan ayında da Nüfus Konseyi’nden Dr. Corsa başkanlığında bir uzmanlar heyeti Türkiye’ye gelerek başka ülkelerdeki tecrübelere dayanarak Türkiye’de nüfus planlaması meselesinin nasıl ele alınması gerektiği ile ilgili tavsiyelerde bulunan bir rapor hazırlamıştır (SSYB, 1963). Bu doğrultuda ilk olarak halkın nüfus planlaması konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarını ortaya koyabilmek amacıyla Hıfzıssıhha Okulu ve Konsey’in destekleri ile bir etüt yapılmıştır. Demografik etütlerle desteklenen bu çalışmaların 1964 ve 1966 yıllarında Yozgat ilinde metodolojisi ve araştırma planı oluşturulmuştur. 1967 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Hıfzıssıhha Okulu tarafından gerçekleştirilen “Türkiye Nüfus Araştırması” malzeme ihtiyacı için Vakıf tarafından 6,700 dolar bağış yapılmıştır (RF, 1966:142).
Konsey’in Türkiye’deki çalışmalara yardımcı olmak üzere 140 bin dolar ayırdığı nüfus meselesi ile Amerikan Yardım Teşkilatı (USAID), Ford Vakfı, İngiltere ve İsveç Hükümeti, Uluslararası Aile Planlaması Federasyonu (Planned Parenthood Association) gibi kuruluşlar da ilgilenmişler ve yardım için nüfus planlaması yasasının kabulünü ve çalışmalara başlanmasını şart koşmuşlardır (Fişek, 1964: 17). 1963 yılının ortalarında TBMM’ye sevk edilen Nüfus Planlaması Hakkında Kanun Taslağı, Vakfın da bir bursiyeri olan Dr. Nusret Fişek’in çabaları ile 10 Nisan 1965 tarihinde yasalaşabilmiştir. Böylece gebeliği önleyici tedbirlerle fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olabilmeleri yasal hale getirilmiştir (Küçük, 2018b: 140–144). Kalkınma planlarına da giren nüfus planlaması programlarının olumlu bir yansıması olarak süreç içinde “anne-bebek ölüm oranları, düşük ve istenmeyen gebelik sayısında azalma” (Akın, 2007: 94–95) kaydedilmiştir.
2.2.2. Hacettepe Bilim Merkezi ve Nüfus Etütleri Enstitüsü
Vakıf ya doğrudan bağışlarla ya da etkin nüfus programlarına sahip Amerikan Üniversiteleri ile işbirliği anlaşmaları yoluyla hastane-tabanlı aile planlaması programlarını desteklemiştir (RF, 1966: 49). Bu kapsamda Türkiye’de 1965 yılında yasalaşan Nüfus Planlaması Kanunu sonrası Vakıf, Hacettepe eğitim kurumlarının koordinasyonunu sağlamak üzere kurulan Hacettepe Bilim Merkezine yaptığı bağışlarla nüfus çalışmalarına katkıda bulunmuştur. Merkez, eğitim hastanesinin aile planlaması klinikleri ile kadın hastalıkları ve doğum kliniği personelinin çalıştığı diğer eğitim kurumlarından oluşmaktaydı. Ana çocuk sağlığı kliniği Ankara’nın kenar mahallelerinin birinde inşa edilirken, diğerleri merkezden uzak altı köydeki sağlık merkezlerinde kurulmuştur. Benzer bir program Doğu Anadolu’da, Hacettepe Bilim Merkezi personelinden oluşan bir ekip tarafından yeni kurulan Atatürk Üniversitesi bünyesinde de uygulanmıştır (RF, 1967: 15-16). Vakıf dört yıllık dönem içinde Merkezin aile planlaması kliniklerin eğitim, araştırma ve uygulama çalışmaları için 250 bin dolar tahsis etmiştir (RF, 1967: 31).
1967 yılında Türkiye’de ve dünyada nüfus konuları ile ilgili tıbbî, sosyal ve ekonomik sorunları araştırmak, bu konularda personel yetiştirmek ve eğitim ile ilgili çalışmalarda bulunmak üzere “Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü” kurulmuştur. Dr. Nusret Fişek yönetiminde kurulan Enstitü, nüfus dinamikleri ile ilgili bilgi üretmek üzere saha çalışmaları dışında düzenli aralıklarla nüfus ve sağlık araştırmaları gerçekleştirmiştir.
Bu dönemde yaşanan önemli bir gelişme de John D. Rockefeller 3rd tarafından 26 Eylül 1966 tarihinde dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e gönderilen mektuptur. Nüfus planlaması konusunda dünya liderlerinin desteğini almak isteyen Rockefeller, Türkiye ile birlikte Vakfın programlarını yürüttüğü 21 ülkeye gönderilen bu mektupta özetle, dünya nüfusunun hızla artışı sonucu ortaya çıkan sorunların çözümü için destek isteyerek mektup ekinde gönderilen bildirinin Devlet Başkanlarınca onaylanılarak yayımlanmasını talep etmiştir. (BCA, 1966).
Süleyman Demirel tarafından 7 Ocak 1967 tarihinde gönderilen cevabi mektupta ise böyle bir girişim için zamanın olgunlaşmadığı, bu arzunun dünya çapında başarılabilmesi için uluslararası bir uzlaşı ile BM Kuruluşları eliyle yerine getirilmesinin daha doğru olacağı belirtilmiştir (BCA, 1967b). Öte yandan Hindistan, İsveç, Tunus, Yugoslavya Başbakanlarının da aralarında bulunduğu 12 Dünya Lideri ise aile planlamasının önemine dikkat çeken bu belgeyi imzalamışlar ve diğer ülkelere duyurmuşlardır (Tarla, 1967: 13).
“Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” yazı dizisinin ruhuna uygun düşecek ve ülke gerçeklerini göz önüne serecek önemli iki Amerikan Vakfının (Ford Vakfı ile Melinda ve Bill Gates Vakfı) da ayrıca incelenmesi şart ve gereklidir. Kısaca belirtmek gerekirse;
Ford Vakfı
Ford Vakfı, Ford Motor şirketinin kurucusu Henry Ford (İrlanda kökenli Amerikalı) ve oğlu Edsel Ford tarafından 15 Ocak 1936 tarihinde ABD’nin Michigan şehrinde 25 bin dolarlık bir bağışla kuruldu. Edsel Ford’un 1943’te ve Henri Ford’un 1947’de ölümünden sonra mirasçılar Vakfı, Dünyanın en büyük filantropik örgütüne dönüştürdüler. Ford Vakfının kendi çalışmalarını topladığı bir arşivi yoktur. Vakfın kuruluş tarihi olan 1936 yılından 2006 yılına kadar olan çalışmalarını belgeleyen arşiv dokümanlarının tamamı New York’taki Rockefeller Arşiv Merkezinde toplanmıştır. Vakıf günümüzde “insan refahını geliştirme” misyonu ile farklı disiplinlerde çalışan 16 üyesi dört kıtadan olmak üzere seçkin bir Mütevelli heyeti tarafından yönetilmektedir.
Ford Vakfının dünya genelinde 11 ülkede ofisi bulunmaktadır. 2013 yılından beri Vakfın 10. Ve son başkanı Darren Walker’dır. 2021 yılı itibariyle 16 milyar dolarlık bir bağış fonuna sahip olan Vakıf her yıl dünya çapında 500 milyon dolarlık bağış yapmaktadır. (www.fordfoundation.org) (Küçük Aziz, Doç. Dr., Ford Vakfı, S.139-204)
Ford Vakfı, 1952 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta “Orta Doğu Bölge Ofisini açmış ve aynı yıl Türkiye’de yardım programlarına başlamıştır. Vakfın 1960 yılına kadar Türkiye’deki faaliyetleri Beyrut’taki Ofis tarafından yönetildi. 1959 yılında Prof. Eugene P. Northrop, Vakfın Türkiye Temsilciliğine atandı. 1969 yılında vefatına kadar görev yaptı. Vakıf, 1973 yılında Türkiye Temsilciliğini kapatmıştır. Türkiye’de Vakfın yardımı esas itibariyle, kar amacı gütmeyen kuruluşlara bağış yaparak yürütülmüştür.
Ford Vakfı’nın Türkiye ile İlişkileri: Türkiye’de ilk ve orta öğretim sisteminin geliştirilmesi; Türk kütüphaneciliğinin geliştirilmesi, Bilimin Gelişimi (Orta öğretimde Fen – Ankara Fen Lisesi-; Üniversitede Fen -ODTÜ-; Üniversitede Teknoloji; TUBİTAK; İş ve endüstri gelişimi-İş eğitim ve öğretimi; Kalkınma sorunları üzerine araştırma ve konferanslar; Sosyal Bilimler; Türkler için İngilizce programı konularında 1952-1980 yılları arasında toplam 18.353.362 ABD Doları bağışta bulunmuştur. Ayrıca, 1980 sonrası 2012 yılına kadar kayıtlara geçen sürede 1.129.900 ABD Doları destek vermiştir.
Melinda ve Bill Gates Vakfı
Melinda ve Bill Gates Vakfı’nın temeli, 1994 yılında kurulan William H. Gates Vakfına dayanmaktadır. Microsoft hisselerinden 94 milyon verilerek Bill Gates’in babası William H. Gates adına kurulan Vakıf, o yıl meme kanserine verdiği mücadeleye yenik düşen annesi Mary Gates’ten aldığı ilhamın payı büyük olmuştur. Bill’in annesi Mary Gates oğlu ile evlenen Melinda Ann French’e düğün gecesinden bir gün önce yazdığı mektupta, oğluna “çok şey verilenlerden çok şey beklenir” diyerek zenginliğin getirdiği sorumlulukların farkına varmaları ve servetlerini akıllıca akıllıca ve insanlık için harcamalarını istemiştir. Melinda Gates, mektubu çiftin filantropiye başlaması için bir kıvılcım olarak tanımlamıştır.
Vakfın merkezi Seattle, Washington’dadır. 100’den fazla ülkede faaliyet yürütmektedir. Hindistan (Delhi), Çin (Pekin), İngiltere (Londra), Almanya (Berlin), Etiyopya (Addis Ababa), Nijerya (Abuja) ve Güney Afrika (Johannesburg) Ofisleri var ve 1700’ü geçen çalışan sayısına ulaştı (www.gatesfoundation.org). Vakıf, Melinda ve Bill Gates ve Amerikalı milyarder iş adamı Warren Buffet yönetiminde CEO Mark Suzman tarafından yönetilmektedir.
Gates Vakfı özellikle sağlık alanında filantropik faaliyetlere yönelmiştir. 1993 yılında “Sağlığa Yatırım” başlıklı Dünya Bankası Raporu Bill Gates’in halk sağlığına olan ilgisini arttırdı. Anne ve çocuk ölümlerinin azaltılması konusunda aile planlaması ile ilgili çalışmalara başladı.1997 yılında ABD ve Kanada’da halk kütüphanelerinin ücretsiz internet erişimi sunması için “Gates Library Foundation” u kurdu. ABD’deki 11 bin halk kütüphanesine 47.000 bilgisayar kurdu. Bu vakıf daha sonra Gates Öğrenim Vakfına dönüştü. Nihayet 2000 yılında William H. Gates Vakfı ile Gates Öğrenim Vakfı birleşerek “Melinda ve Bill Gates Vakfı” kısaca Gates Vakfı halini aldı. Bill Gates, 20 milyar dolarlık Microsoft hissesini Vakfa devretti. Vakıf, 2022 yılı itibariyle ABD’nin 49 Eyaleti ve 134 ülkede projeler fon desteği sağlamaktadır. Vakıf, 31 Aralık 2020 tarihi itibariyle 60 milyar dolarlık varlıkla dünyanın en büyüğüdür. Özellikle sağlık alanındaki yatırımları ile ön plana çıkan bir kuruluştur.
Gates Vakfının Türkiye’de doğrudan hibeleri içeren faaliyetleri, büyük ölçüde “Küresel Kalkınma Bölümü” tarafından yürütülen programlar eksenlidir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)’nın sorumluluğunda yürütülen Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı “sürdürülebilir kalkınma hedefleri etki hızlandırıcısı” çalışmasında destek vermiştir Ayrıca, Hacettepe Teknokent Teknoloji Transfer Merkezine; Herkes için Kütüphane Programına; Çocuk Felci (Polio) Programına; Salgın Hastalıklar Erken Uyarı ve Müdahale Ağı’na; Aşı Programına; Beslenme Gözetim Programına; Kuzey Suriye’de Rutin Bağışıklama ve Polio Eradikasyon Programına 2013-2020 yılları arasında 35.201.634 ABD Doları destekte bulunmuştur. (Küçük Aziz, Doç. Dr., Gates Vakfı, S.205-252)
Sonuç
Carnegie Vakfı (1905), Rockefeller Vakfı (1913), Ford Vakfı (1936), Melinda ve Bill Gates Vakfı (1996) gibi sırasıyla çelik, petrol, otomobil ve bilişim endüstrilerinde elde edilen kârlarla oluşturulan Amerikan Vakıfları, hayırseverlikleri ile geri kalmış ülkelerin modernleşmesine, kalkınmasına birçok açıdan etki etmişlerdir. “Kapitalizm” ve “hayırseverlik” gibi iki tezat kavramın bir arada kurumsallaştığı bu vakıflardan, tıp ile ekonomiyi ilişkilendirerek sıtma, kancalı kurt, sarıhumma gibi tropikal hastalıkların kontrol altına alınması ve bu hastalıkların küresel kapitalizmin gelişmesindeki rolü üzerine odaklanan programları ile Rockefeller Vakfı ön plana çıkmıştır.
Ekonomik, stratejik ve insani yardım hedeflerinin iç içe geçtiği Vakfın programları, salgın hastalıkların emek verimliliği, yatırım ve ekonomik kalkınma üzerinde neden olduğu engelleri ortadan kaldırma hedefi ile emperyalizm ve sağlık arasındaki tarihsel ilişkiye ışık tutmaktadır. Amerikan sermayesinin çıkarları ve dünyadaki iktisadi ve siyasi hâkimiyeti, Vakfın sağlık diplomasisindeki başarısı ile desteklenmiştir.
Türkiye’de ise 1920 öncesi dönemde Vakfın tıp ve sağlık hizmetlerine yaklaşımı, Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu (ABCFM) etkisiyle “bir misyon olarak tıp” anlayışı ekseninde biçimlenmiştir. Misyonerler bir yandan Osmanlı coğrafyasında doğrudan sağlık hizmeti sunarken, diğer yandan elde ettikleri bilgi ve deneyimleri Vakıf ile paylaşarak uluslararası programlar için kılavuzluk rolünü yerine getirmişlerdir.
1920 sonrası Vakfın çalışma sistematiği seküler bir yapısal değişim göstererek “bilimsel tıp” modeli çerçevesinde yeniden şekillenmiştir. Cumhuriyet’in ilanı sonrası Vakıf, halk sağlığı alanının teori, araştırma, uzmanlık eğitimi, uygulama, organizasyon ve kurumsal inşa olmak üzere bütün boyutlarına müdahil olarak, devletin gözetimine ve sağlık hizmetlerinin dönüştürülmesine etkin şekilde müdahil olmuştur.
Bu dönemde hayata geçirilen “tıp eğitimi”, “hıfzıssıhha enstitüsü”, “hıfzıssıhha okulu”, “sıhhat merkezleri” ve “bursluluk programları” gibi stratejik araçlarla modern endüstriyel kültürün yaygınlaşmasına ve kapitalist toplumun temel toplumsal yapısının meşrulaştırılmasına imkân sağlanmıştır. Vakfın halk sağlığı programlarına devlet merkezli yaklaşımı da ulus devlet ve toplumsal düzenin inşa sürecindeki Türk Hükümetinin programları benimsemesini kolaylaştırmıştır. İki savaş arası dönemde kamu politikalarını etkileme girişimlerinin yansıması olarak Vakfın en büyük katkısı, Türkiye’de halk sağlığının bilimsel yönetim ilkelerine göre örgütlenmesinin sağlanması ve modern tıbbi eğitim sistemi ile eşgüdümlü olarak desteklenmesi olmuştur.
Rockefeller Vakfı, 1955 yılından itibaren Amerikan tıbbi eğitim siteminin Türkiye’de benimsenmesi ve uygulanması politikalarını desteklemiştir. Ayrıca mesleki eğitimden yüksek öğretime ve araştırma faaliyetlerine fon ayırarak bu alanda çalışmalarını sürdürmüştür. Vakıf 1969-1983 yılları arasında özellikle tarım alanında önemli çalışmalar destek vermiştir.
Dolayısıyla Vakıf, Türkiye dahil küresel düzeyde Amerikan çıkarlarını destekleyici bir araç olarak filantropiyi kullanırken, ABD’nin uluslararası politikalarına sıkı sıkıya bağlı kaldığı artık günışığı gibi ortaya çıkmıştır.
Dizinin 14. Yazısı: Truman Doktrini ve Yardımlarının Türkiye Üzerindeki Etkileri
Yazan ve yayına hazırlayan Bekir Metin, Ankara, 15 Şubat 2023
——————————————————————-
Kaynakça:
Albayrak, Mustafa, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınevi, 2004, Ankara, S. 409
Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu (ABCFM) 1914 yıllık raporu
Akın, Ayşe (2007), “Emergence of the Family Planning Program in Turkey” in The Global Family Planning Revolution: Three Decades Of Population Policies and Programs, W. Robinson and J. Ross (Eds), (Washington: World Bank): 85-103.
Aydın, Erdem, Türkiye’de Sağlık Teşkilatlanması Tarihi, Naturel Kitap Yayıncılık, 2002, Ankara, S. 42-43
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Amerikalı Edward Stoever Nam Şahıs ve Faaliyetleri Hakkında Malumat, Hariciye Siyasi (HR. SYS.), Dosya No: 2422, Belge No: 30, 17 Haz.1916.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) (1923), Rockefeller Enstitüsünün Tıp, Hıfzıssıhha ve Ziraat Komisyonunun Türkiye’ye Davetinin Uygun Görülmediği, Yer No: 30-10-0-0/200-365-12, 24 Nisan 1923.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi-BCA (1966), Aile Planlaması Hakkında Amerikalı John D. Rockefeller 3 Rd Tarafından Başbakana Gönderilen Mektup, Yer, 30-1-0-0/64-398-10, (21.10.1966).
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi-BCA (1967b), Milletlerarası Aile Planlaması Konusunda Başbakan Süleyman Demirel ile John D. Rockefeller 3 Rd Arasındaki Yazışmalar, Yer, 30-1-0-0/9-52-1, (31.01.1967).
Barton James L., Türkiye’de Gündoğumu, Çev. Zekeriya Başkal, Yeditepe Yayınevi, 2010, İstanbul, S. 179-183
Cillov, Haluk (1962), “Türkiye’de Nüfus Artışının Doğurduğu Meseleler”, İstanbul Ticaret Odası Gazetesi, 5 (208): 1-2.
Dedeoğlu, Necati, Prof. Dr., “Hıfzıssıhha Okulu: Tarihçesi, Önemi”, Toplum ve Hekim, Cilt 16, Sayı 6, Kasım-Aralık 2001, S. 468-469.
Dinçay Süreyya, Üç Milyarder (John D. Rockefeller, Andrew Carnegie, Henry Ford), Aydınlık Basımevi, İstanbul, 1947, S.30-36
Dirim, “Olan Bitenler”, Dirim Aylık Tıp Gazetesi, Cilt XXI, Sayı 12, Aralık 1946, S. 454.
Dirim, “Olan Bitenler”, Dirim Aylık Tıp Gazetesi, Cilt XXIV, Sayı 3, Mart 1949, S. 69.
Erdem, Murat ve Kenneth W. Rose (2000), “American Philanthropy in Republican Turkey: The Case of Rockefeller and Ford Foundations”, The Turkish Yearbook of International Relations, Research Center for International Political and Economic Relations, Ankara University, Faculty of Political Science Publications, Vol.31, No.2, S. 131-133, 136-137
Erhan, Çağrı (2015), Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitabevi, Ankara, S.399-401
Erken, Ali (2015), “Rockefeller Vakfı, John Marshall ve Modern Türkiye’de Beşerî Bilimlerin
Gelişimi:1950-1965”, Divan: Disiplinler arası Çalışmalar Dergisi, 20 (38): 113-145.
Fişek, Nusret H. (1964), “Türkiye’de Nüfus Meselesinin Ele Alınış Tarzı ve Planlar”, Sağlık Dergisi, 38 (3-4): 5-18.
Gören, Sadık ve Mustafa Görsel, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Hıfzıssıhha Okulu 25 inci Yıldönümü (2 Kasım 1936-2 Kasım 1961) Tarihçe ve Çalışmaları, Ankara Basım ve Ciltevi, 1961, Ankara, S. 59
Gramsci, Antonio (2014), Hapishane Defterleri, Yedinci Baskı, (İstanbul: Belge Yayınları)
Graudy Roger, Amerikan Efsanesi, Timaş Yayınları, 7. Basım, İstanbul, 2018, S. 134
Gunn, Selskar M. (1927), Diary, 3 January-30 June 1927, Rockefeller Foundation records, officers’ diaries, RG 12, F-L, S. 10
Küçük, Aziz (2018a), “Hayırsever Kapitalizmi ve Erken Cumhuriyet Döneminde Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenmesi: Rockefeller Vakfının Rolü”, Amme İdaresi Dergisi, 51 (2): 87-116.
Küçük, Aziz, Dr. (2018b), Kapitalizm, Devlet, Sağlık ve Türkiye, (Ankara: Akademisyen Kitabevi).
Küçük Aziz, Doç. Dr., Hayırseverliğin Ötesi: Türkiye’de Nüfus ve Tarım Politikalarında Rockefeller Etkisi, Ankara Üniversitesi, SBF Dergisi, Cilt 75, No.4, 2020, S. 1491 – 1516
Küçük Aziz, Doç. Dr., Hayırsever Kapitalizmi ve Erken Cumhuriyet Döneminde Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenmesi: Rockefeller Vakfının Rolü, AİD, Cilt 51, Sayı 2, Haziran 2018, S. 16, 17, 87-116
Küçük Aziz, Doç. Dr., Filantrokapitalizm Ford Vakfı ve Türkiye, Siyasal Kitapevi, Meteksan Matbaası, Mart 2022, S.139-204
Küçük Aziz, Doç. Dr., Filantrokapitalizm Gates Vakfı ve Türkiye, Siyasal Kitapevi, Meteksan Matbaası, Mart 2022, S. 205-252
Löwy, Ilana and Patrick Zylberman (2000), “Medicine as a Social Instrument: Rockefeller Foundation, 1913–45”, Stud. Hist. Phil. Biol. & Biomed. Sci., Vol. 31, No. 3, s.365–379.
Luckett, George Sparr ve Harold Farnsworth Gray, Sıhhat-i Umumiye İdaresi Esasatı, Çev. Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti, T.C. Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti Neşriyatı, Sayı 2, Yeni Matbaa, 1925, İstanbul, S. 1-2
Meyer, 1917: 109 aktaran Yürür, 2013:128
Özgiray, Ahmet, “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasındaki Siyasi İlişkiler (1923-1928)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XV, Sayı: 43, Mart 1999, S.53-75.
Pearce, Richard M., Officers Diaries: Europa and the Near East: (Janu. 2- Sept.29, 1924), S. 53-56
Rockefeller Foundation Records, RG12, M-R, http://dimes.rockarch.org, 23.02.2022.
Rockefeller Foundation (RF), International Health Division Annual Report 1918, The Rockefeller Foundation, New York, S. 55
Rockefeller Foundation, International Health Division Annual Report 1920, The Rockefeller Foundation, New York, S. 64
Rockefeller Foundation (1928), International Health Division Annual Report 1928, The Rockefeller Foundation, New York, S. 213
Rockefeller Foundation (1930, S. 291; 1933, S. 374), International Health Division Annual Report 1933, The Rockefeller Foundation, New York.
Rockefeller Foundation (1936), International Health Division Annual Report 1936, The Rockefeller Foundation, New York, S. 113
Rockefeller Foundation (1937), International Health Division Annual Report 1937, The Rockefeller Foundation, New York, S. 455
Rockefeller Foundation-RF (1951-1999), Annual Report 1951, Annual Report 1955: 31, 121 Annual Report 1956: 85-86, Annual Report 1957: 82, Annual Report 1959: 107-108, Annual Report 1960: 96, Annual Report 1961:190, Annual Report 1966: 49 ve 142, Annual Report 1968: 38-55. Annual Report 1967:15-16 ve 31.
Rockefeller Foundation (1963), International Health Division Annual Report 1963, The Rockefeller Foundation, New York, S. 4
Rose, Wickliffe (1915), “Conf. between Dr. James L. Barton, Rev. J.P. McNaughton ve Mr. Rose”, Rockefeller Foundation Records Wickliffe Rose’s Diaries, (August, 11, 2015), S. 1-5.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (1982), Dr. Refik Saydam 1881-1942 Ölümünün 40. Yılı Anısına, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayın No: 495, Ankara, S. 12, 56-58
Salt Jeremy, Imperialism, Evangelism and the Ottoman Armenians 1878-1896, London, 1993, S. 31
Strode, George K., “Diary, 22-23 January 1930”, Rockefeller Foundation Records, S.16-17.
Tarla: Köycü Eğitim, Sanat Dergisi (1967), Nüfus Planlaması Özel Sayısı, 2 (21): 13.
Terzioğlu, Meliha (1957), “Rockefeller Fondasyonunun Fizyoloji Enstitüsüne Yaptığı Yardım Hakkında”, İstanbul Üniversite Tıp Fakültesi Mecmuası, 20 (3): 464-466.
Türkay, Orhan (1961), “Türkiye’nin Nüfus Problemi”, Planlama: DPT Dergisi, 1: 84-91.
Uğurlu, Mehmet Cemil (), “Türkiye’de Öncü Bir Toplum Hekimi Dr. Mehmet Cemalettin Or”, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, Cilt 47, Sayı 1, 1994, S.3-49
Yeniaras, Orhan, Türkiye Kızılay Tarihine Giriş, Kızılay Bayrampaşa Şubesi, Alkan Matbaacılık, 2000, İstanbul, S.118
Waitzkin, Howard and Rebeca Jasso-Aguilar (), “Imperialism’s Health Component”, Monthly Review, Vol.67, No.3, July-August 2015, S.114-129.
White, George, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Tercüman Cem Tarık Yüksel, Enderun Kitabevi, 1995, İstanbul, S. 35-36
Not: Buradaki bilgi ve belgeler kaynak kullanılarak alıntı yapılabilir. Yazının tüm hakları konuyu hazırlayan ve yazan Bekir Metin’e aittir. Bu yazı dizisine 01 Haziran 2022 tarihinde başlandı.