Yazı Dizisi 14. Truman Doktrini ve Marshall Yardımlarının Türkiye Sonuçları

Yazı Dizisi 14. Truman Doktrini ve Marshall Yardımlarının Türkiye Sonuçları

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Gerçeği  

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı Sonrası Gelişmeler

Birinci Dünya Savaşı(1914-1918),Avrupa merkezli küresel bir savaştır. ABD’nin 1917’de savaşa katılmasına kadar bu savaş ABD basınında Avrupa Savaşı olarak anılmıştır. Savaşan taraflar çoğunlukla Avrupa, Kafkasya, Amerika, Orta Doğu ve Afrika ile Asya’nın bazı bölgelerinde olmuştur. O dönemin büyük güçleri olan;

İtilaf Devletleri; Birleşik Krallık-İngiltere, Fransa Cumhuriyeti ve Rus İmparatorluğu.

İttifak Devletleri; Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya Krallığı adlarıyla iki tarafa ayrılarak savaşta yer almışlardır.

Mustafa Kemal ve Silah arkadaşları I. Dünya savaşı sırasında Çanakkale’deler (1915-1918)

60 milyonu Avrupalı olmak üzere 70 milyon askerî personel, tarihin en büyük savaşlarından biridir. Bu savaş askerler arası yapılan bir savaştır. Çoğunluğu asker olmak üzere sivil vatandaşların kaybı değişik kaynaklara göre 16-17 milyonu geçmiştir. 1918-1919 yılları arasında ortaya çıkan İspanyol gribi salgınında ise 25-50 milyondan fazla insan yaşamını kaybetmiştir. Yine aynı dönemde Sovyetler Birliği’nde 1919 yılında 1.600.000 Tifüs Vakası bildirilmiş ve 3 milyon kişi tifüsten ölmüştür.

Savaş sonrası harap olan ülkeler, salgın hastalıklar, ekonomik sıkıntılar, dünya ülkeleri arasında bozulan dengeler vb. sonucu çok önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır.

Birinci Dünya Savaşının sonuçları;

  • Rus, Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları yıkıldı. Bu üç imparatorluğun savaş sırasında elinden çıkan topraklarda; Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Macaristan, Estonya, Letonya ve Litvanya gibi yeni devletler kurulmuştur.
  • Osmanlı İmparatorluğu açısından sonuçları oldukça zorlu ve yıpratıcı olmuştur. Bu savaşın neticesinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Antlaşmaları ile Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş ve tüm toprakları İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiştir. Gerçekleşen işgal hareketlerine karşı gelişen ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderlik ettiği direniş ile birlikte Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlamış ve bu savaşın sonunda yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
  • Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi, İtalya’da faşizm ve Almanya Nazizm gibi yeni ideolojiler ve siyasi rejimler ortaya çıkmıştır.
  • Savaş sonrasında bozulan düzeni yeniden tesis etmek ve bir daha böyle büyük bir savaşın yaşanmaması için Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam)kurulmuştur.
  • Alman İmparatorluğu sömürgeleri ve Orta Doğu, İtilaf Devletleri’nin kontrolüne geçti.
  • Avrupa, Asya ve Afrika’da ülke sınırları değişti.
  • Sömürgeciliğin yerini manda ve himaye aldı.

 Birinci Dünya Savaşı ülkeler arasındaki sorunları çözmemiş, İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı(1939-1945),

Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası, II. Dünya Savaşına neden olan ülkelerin başında yer aldı.

İkinci Dünya Savaşı, 1939’dan 1945’e kadar süren küresel bir savaştır. Savaşa dönemin dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu katılmış ve iki karşıt askerî ittifak kurulmuştur.

Müttefik Devletler; ABD, Avustralya, Birleşik Krallık-İngiltere, Çin Halk Cumhuriyeti, Danimarka, Fransa, Güney Afrika, Hollanda, Norveç, Sovyetler Birliği, Polonya, Yeni Zelanda Yunanistan ve Yugoslavya başta olmak üzere Mihver Devletlere karşı oluşturulan bloktur. Günümüzde ise ABD ve ona destek verip müttefiki olan ülkelere verilen addır.

Mihver (Eksen) Devletleri; Almanya, Arnavutluk, Habeşistan, İtalya, Irak, İran, Japonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Finlandiya, Karadağ, Hırvatistan, Sırbistan, Vichy Fransa’sı, Tayland, Burmanya ile İspanya’dır.

30’dan fazla ülkeden gelen 100 milyondan fazla insanın doğrudan katıldığı bu topyekûn savaşta, savaşın büyük tarafları tüm ekonomik, endüstriyel ve bilimsel kapasitelerini savaş için seferber ettiler. 80 ila 85 milyon ölümle sonuçlanan II. Dünya Savaşı, insanlık tarihindeki en ölümcül savaştı.

Savaş boyunca askerî personelden daha çok sivil insan kaybı verildi. Milyonlarca insan soykırımdan, planlanmış açlık sonucu ölümlerden, katliamlardan ve hastalıklardan öldü.

Tanklar, zırhlı araçlar, savaş uçakları, stratejik bombardımanlar, atom bombaları, uçak gemileri, radar ve sonar, nükleer silahların geliştirilmesi ve roketler gibi birçok savaş teknolojisi bu savaşta önemli rol oynadı.

İkinci Dünya Savaşı’nı kim kazandı?

1945 yılında Almanya’nın savaştan çekilmesi ve Japonya’nın teslim olması neticesinde, ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere başta olmak üzere Müttefik Devletler İkinci Dünya Savaşı’nın kazananı olmuşlardır.

İkinci Dünya Savaşının sonuçları;

  • Büyük çoğunluğu sivil olmak üzere toplam 80-85 milyon insan hayatını kaybetmiştir.
  • Müttefik Devletler; Almanya, İtalya ve Japonya’yı işgal ettiler.
  • Savaş sonrası Nazizm ve Faşizm tasfiye edilirken Sovyet Rusya’nın Doğu Avrupa’da büyük bir güç haline gelmesi nedeniyle, Komünizm güçlenmiştir.
  • Savaşın iki kazananı olan ABD ve Sovyetler Birliği ekseninde iki kutuplu bir dünya ortaya çıkmış ve soğuk savaş başlamıştır.
  • Savaş nedeniyle milyonlarca insan işsiz ve aç kalarak, ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.
  • Milyonlarca insan esir düştü, etnik kökeni ya da dini inancı nedeniyle katledildi.
  • Savaş sırasında birçok savaş ve insanlık suçu işlendi. Bu suçları işleyenler savaş bitmesiyle birlikte kurulan mahkemelerde yargılandı. Bu mahkemelerin en önemlileri Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleriydi.
  • “Yahudi Soykırımı” savaş sırasında işlenen en önemli savaş ve insanlık suçlarından biri olarak tarihe geçti. Hatta bu olay, “Soykırım Suçu” diye bir suçun Uluslararası Hukuk literatürüne girmesine neden olmuştur.
  • Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, Varşova Paktı, NATO ve CENTO kurulmuştur.
  • ABD’nin gelişmiş sanayisi ve dolar rezervleri nedeniyle dolar, altın yerine kullanılabilen para birimi kabul edildi. Bu sisteme Bretton Woods Sistemi adı verildi.
  • ABD’nin ekonomik üstünlüğünü onaylar biçimde Washington’da, 45 ülkenin katılımı ile Uluslararası Para Fonu (IMF), aynı anlaşmayla üye ülkelerin ekonomik kalkınmalarını desteklemek üzere Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası kuruldu.
  • Almanya doğu ve batı olmak üzere ikiye bölündü.
  • İtalya, İngiltere ve Fransa’nın savaş neticesinde birçok sömürgesiyle bağlarının kesilmesi üzerine Libya, Cezayir, Hindistan, Malezya, Pakistan, Fas, Tunus gibi ülkelerin bağımsız olmalarının yolu açılmıştır.
  • ABD, İkinci Dünya Savasını kazanmak için 341 milyar dolar harcadı. Bunu da dünya özgürlüğü ve barısı için önemli bir yatırım olarak gördü. (C. Sahir Silan, Amerikan Türk Yardımları Programı, s.97)

Türkiye, İkinci Dünya Savaşına dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün izlediği akılcı politikalar doğrultusunda girmemiştir. Dünya’da bu savaşı en az kayıpla atlatan ülke olmuştur.  

Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun da yıkılması ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderlik ettiği direniş ile birlikte Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlamış ve bu savaşın sonunda yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cephede kazanılan savaş sonrası özellikle sağlık, eğitim, sanayi, ekonomi ve savunma alanlarında topyekûn bir savaş başlatılmıştır.

1920’lerde TBMM’nin kurulması, 1923’te Cumhuriyetin ilanı, Cumhuriyetin ilk 10 yılında elde edilen başarılarla İmparatorluk bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti bir Ulus Devlet yaratılmasının en önemli adımını atmıştır.

Cumhuriyet döneminin Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam’la başlatılan sağlık alanındaki çok önemli reformlar sonucu elde edilen başarılar toplumun salgın hastalıklardan korunması, dikey örgütlenme ile sorunların kısa vadede çözümü, koruyucu sağlık hizmetlerine verilen önem, meslek örgütleri ve sivil toplum örgütlenmeleri ile sağlık alanına bütüncül bir yaklaşımla çalışılması öne çıkan başarılardır.

Sağlık alanında olduğu gibi eğitim, kültür ve sanat, sanayileşme, fabrikalar kurulması, yerli ve milli üretime geçilmesi genç Türkiye Cumhuriyeti’ni dünya ölçeğinde örnek ülke haline getirmiştir.

1930’larda meydana gelen dünya ekonomik buhranı, 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü, 1939’da başlayan ve 6 yıl süren İkinci Dünya Savaşı tüm dünya devletlerini olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de özellikle ekonomik sıkıntıya sokmuştur. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün akılcı politikaları ile İkinci Dünya Savaşına girmeyen Türkiye, dünyada meydana gelen savaşlar sonucu ortaya çıkan değişim ve dönüşümden negatif anlamda etkilenmiştir.

Bu çerçevede dünya liderliğine soyunmuş olan Amerika Birleşik Devletleri’nin galip devletlerle ortaya koyduğu önemli projelere biz de ülke olarak o günün şartlarında katılmak durumunda kaldık ve halen onun sancıları, sıkıntıları günümüzde de sürmeye devam etmektedir.

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nı takiben Türkiye’ye vermeye başladığı önemi gösterme fırsatı 1946 yılının Mart’ında doğmuştur. ABD Missouri Savaş Gemisi’nin Türkiye’yi ziyareti iki ülke ilişkileri açısından bir dönüm noktası olmuştur. (Öymen Altan2002) ABD’nin bu adımı ve Türkiye’nin ABD ile yakınlaşma çabaları kamuoyunda olumlu karşılanmış, Türkiye’nin kendisine bir müttefik bulduğunun göstergesi sayılmıştır.) Ayrıca, 1944 yılında ABD’de vefat eden Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ün cenazesinin ABD Savaş Gemisi Missouri ile Akdeniz’e gönderilmesi, ABD’nin SSCB’ye karşı tavır almaya başladığını göstermiştir. (Ataöv, Türkkaya-1968) Ayrıca, ABD Missouri’yi Çanakkale Boğazı’nı katettikten sonra, 5 Nisan 1946 tarihinde İstanbul’da Dolmabahçe önüne demirleterek, SSCB’ye Türk Boğazlarının statüsünün değiştirilemeyeceğinin mesajını vermiştir. (Uslu Nasuh, 2000) ABD-Türkiye ilişkileri 1947 yılından sonra önemli gelişmeler göstermiştir.

Bu nedenlerle, iki ayrı savaş sonrası çok sıkıntılar yaşayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden yeni doğan genç Türkiye Cumhuriyeti büyük mücadeleler sonucu Dünya’da örnek ülkeler arasında yerini almış, başta sağlık olmak üzeri çok önemli başarılara imza atmış ve bilinçli bir kuşak yetişmiştir. Dünya’da son yüz yılda meydana gelen değişim ve dönüşümleri incelerken Türkiye’nin de bu değişim-dönüşümlerde özellikle de sağlık alanında neler gerçekleştirdiğini ve ülkemizin içerisinde bulunduğu gerçekleri oryaya koymak gerekir.

Truman Doktrini

Truman Doktrini, 1947 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman tarafından

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tehdidine karşı hazırlanmış plandır. Truman Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası politikasının değiştiğini ve Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu ilan etmiştir. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri “komünizm tehdidi” altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır.

Truman Doktrinin nedenleri

Almanya’nın çöküşü, II. Dünya Savaşı boyunca bastırılmış düşmanlıkları tekrar su yüzüne çıkardı. Almanya’ya karşı Sovyetler ile ittifak kurmuş olan Amerika ve İngiltere, Bolşevik Devrimi’nin ilk günlerinden beri komünizme düşman idiler. Hatta başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı bittikten sonra Bolşeviklerle mücadele eden Çarlık yanlısı Rusları desteklemiş ve bu amaçla Vladivostok, Murmansk ve Archangelsk limanlarına asker çıkarmışlardı.

Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombaları Japonya’nın teslimiyetini sağlarken aynı zamanda Amerika’nın askeri üstünlüğünü de vurguladı. Bu iki saldırıyı Sovyetler’e yönelmiş bir tehdit olarak algılayan Stalin, Batı ile arasında kendisine bağlı uydu devletler kurarak bir “tampon bölge” oluşturmak istiyordu. Bu ilke Sovyetler’in savaş sonrasında Doğu Avrupa politikasının temelini oluşturmuştur.

Bu amaçla Sovyetler’in komünist ideolojiyi yaymaya çalışması ve Doğu Avrupa’da komünist uydu-devletler kurmaya başlaması Amerika’da büyük korkuya yol açmıştı. Bu sebeple 1947 yılından başlayarak Amerika dış politikasının esası komünizm ile mücadele olmuştur.

Truman Doktrinini hızlandıran başlıca neden, Sovyetler Birliği’nin güneye doğru yayılmasıdır. Yunanistan’da komünist gerillalarla zayıf merkezi hükûmet arasında başlayan iç savaş, Truman Doktrini’ nin ilan edilmesini hızlandırmıştır.

ABD’nin 33. Başkanı Harry S. Truman Kimdir?

ABD’nin 33. Başkanı olan Harry S. Truman (1884-1972)

ABD’nin 33. Başkanı olan Harry S. Truman (1884-1972), 12 Nisan 1945-20 Ocak 1953 tarihleri arasında Başkanlık görevi yapmıştır. Göreve 1945 yılında o zamanki başkan olan Franklin D. Roosevelt’in görev başında ölmesi sonucu başkan yardımcısı iken gelmiştir. Başkanlık görevine başladığında II. Dünya Savaşı’nın son ayları yaşanıyordu.

Harry Truman, 6 Ağustos1945’te savaşı daha çabuk sona erdirerek can kayıplarını azaltmak gerekçesiyle Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atılması kararını verdi. Saldırılar sonucu çoğu sivil 132.000 kişi yaşamını kaybetti. Bombaların etkileri gelecek kuşak Japonların büyük sıkıntılar çekmelerine neden oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile ABD arasında bir kutuplaşma ortamı doğdu. Böylece Soğuk Savaş başlamış oldu. Batı Avrupa ülkeleri 1949 yılında ABD’nin başını çektiği NATO örgütünü kurdu. Doğu Avrupa ülkeleri ise SSCB’nin başını çektiği Varşova Paktı’nı oluşturdu.

1950 yılında ikiye bölünmüş olan Kore yarımadasında SSCB ve Çin destekli Kuzey Kore kuvvetleri Güney Kore’ye saldırarak büyük bir bölümünü işgal etti. Amerika Birleşik Devletleri Güney Kore’yi desteklemek için savaşa girdi. Yeni kurulmuş olan Birleşmiş Milletlere (BM) üye olan 15 ülke de ABD’nin yanı sıra savaşa katıldı.

Türkiye, TBMM’nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumunda verilen karar çerçevesinde Kore’ye asker gönderdi. Türkiye BM üye 15 ülke arasında 5.000’i aşkın askeriyle 4. büyük katılım sağlayan ülke oldu. Kore Savaşın başladığı 25 Haziran 1950 tarihinden, bitiş tarihi olan 27 Temmuz 1953’teki ateşkese kadar geçen sürede toplam 14.936 Türk askeri Kore’de görev aldı. Bunların 721’i yaşamını yitirdi, 175’i kayboldu, 234’ü esir düştü ve 2147’si yaralandı.

Kore Savaşı Truman’ın başkanlığı süresince devam etti. Savaş kayıpları devam ettikçe halkın desteğini kaybettiği kanısına vardı. 1952 yılındaki başkanlık seçimlerinde adaylığını geri çekti ve 1953 yılında başkanlığa veda etti. (Vikipedi, Özgür Ansiklopedi)  

Truman Doktrini ve Türkiye

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin önerisiyle ABD tarafından geliştirilen, Türkiye ile Yunanistan’a yardımı öngören Truman doktrini detaylı incelemeye değerdir. İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği tarafsızlık politikası ile savaş dışında kalan Türkiye’ye savaş sonrasında Truman Doktrini adıyla anılan bir yardım paketi sunulmuştur. Günümüze kadar devam edecek, borç/kredi alma ve isteme alışkanlığı hatta bağımlılığı yaratacak olan bu yardımın sunumu, alınışı, kullanılması üzerinde çalışması gereken bir durumdur.

Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de kendi adıyla anılacak bu doktrini açıkladı. Truman’a göre ABD, komünizm ile silahlı mücadele veren ve komünist ülkelerin baskısı altında bulunan devletlere mali ve askeri yardım yapmalıydı (Burada kastedilen ülkeler Yunanistan ve Türkiye’dir). Bu amaçla Kongre’den 400 milyon dolar kullanma izni istedi. Kongre’nin 22 Mayıs 1947’de bu isteğini kabul etmesi üzerine, ABD Başkanı Harry Truman Türkiye’yi de kapsayan geniş bir askeri yardım kampanyası “Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu” metnini basının huzurunda imzaladı. Kanun, Türkiye’ye 100 milyon, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardımı kapsamaktaydı. (Çelik M. Mazlum, The Independentturkish)

Türkiye’yi ABD’ye bu denli yakınlaştıran en önemli gerekçe Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin cüretkâr talepleriydi. Stalin’in, Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin’ı talep etmesi Boğazların statüsünün yeniden ele alınarak bölgeden kendisine üst verilmesini açıkça dile getiriyordu. ABD’nin bu yardımı özellikle Türk ordusunun modernizasyonu için hayati bir önem taşıyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de ABD’den askeri destek istemişti. Durum yalnızca hükümet kanadında değil, dönemin muhalefet cephesinde de müspet bulunmuştu.

Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu imzalandı ve yürürlüğe girdi. Ancak, Türkiye ABD’den aldığı yardımları yine ABD’nin rızası dışında kullanamayacaktı. Türkiye, ABD’ye tam teslimiyetin sakıncalarını ilerleyen yıllarda görecekti.

Türk Ordusu 16 Mart 1964’te Kıbrıs’a müdahale etti.

1964 yılında Türk vatandaşlarının katledildiği Kıbrıs’a harekât yapmayı planlayan Türkiye’ye ABD, yaptığı yardımlardaki anlaşma maddeleri hatırlatacak ve bizzat ABD Başkanı Johnson’un 5 Haziran 1964 tarihli imzasını taşıyan mektupla alenen tehdit edecekti.

Truman Doktrini’ nin Yunanistan açısından en önemli sonucu ise, Yunan İç Savaşı’nın seyrini değiştirip, merkezi hükûmetin komünistleri yenmesini sağlamış olmasıdır. Böylece Soğuk Savaş’taki ilk silahlı mücadelelerin birinden Batı Bloğu galip çıkmış oluyordu.

Türkiye’nin Truman Doktrini’ nin açıklanmasıyla birlikte almaya başladığı askeri ve iktisadi alandaki Amerikan yardımları, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin ardından artmaya devam etmiştir. Yardımlar genel olarak Türk ordusunun modernleşmesi ve ülke ekonomisinin rahatlatılması doğrultusunda kullanılmıştır. Yardımların bir diğer nedeni ABD’nin Türkiye sınırları içerisinde askeri üs kurmak istemesidir. Bu doğrultuda ABD’nin ileride kurulacak üsleri kullanmak ve kontrol etmek amacıyla yardımları kesmediğini söyleyebiliriz. Bu üslerden ilki Adana’da bulunan İncirlik Üssü’dür. Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının, ekonomisinin gelişmesi ve siyasal istikrarın sağlanması gerek ABD’nin gerekse NATO bünyesindeki ortaklarının çıkarlarına uygundur.

Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, ABD Başkanı Johnson’un 5 Haziran 1964 yılında yazdığı mektup çok çarpıcıydı. İnönün’ nün cevabı da öyle oldu.

Truman Doktrini, kendisinden sonra gelecek olan Marshall Planı’na öncülük etmiş ve doktrinin başarısı Marshall Planı’nın hazırlayıcısı olmuştur. Truman Doktrini ile ABD, geleneksel dış politikasını değiştiriyor ve Birinci Dünya Savaşı sonundaki tutumunun aksine dünya siyasetinde aktif bir rol üstleniyordu.

Yapılan yardımlar Türkiye’nin gereksinim duyduğu alanlar yerine ABD’nin uygun gördüğü alanlarda kullanılmıştır. Yapılan yardımlar genel olarak tarımda makineleşme ve yol yapılması için verilmiştir. Söz konusu yardımlar Türk ekonomisine kısa süreli nefes aldırtmaktan öteye gitmemekle beraber, Türkiye’ye tarım ülkesi misyonu yüklemiştir. Bu misyon doğrultusunda Türkiye hiçbir alanda kendi teknolojisini üretememiş ve ABD’ye muhtaç olarak onun tesiri altına girmiştir. (Keyman Fuat, 2019)

Truman Doktrini ve Türk Dış Politikasına Etkileri

Türkiye, ilk olarak Osmanlı Devleti döneminde uyguladığı egemen güçler arasında denge politikasını Atatürk döneminde de sürdürmüştür. Dış politikada istikrar ve güvenliğini ön planda tutmuş ve bu doğrultuda milletlerarası ilişkilerini yürütmüştür. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na fiilen katılmayarak kendisini tüm dünyayı etkileyen bu yıkıcı süreçten korumaya çalışmıştır. Türk Hükümeti, denge politikası kapsamında savaşın tarafları ile iş birliğini sürdürerek toprak bütünlüğünü korumayı amaçlamıştır. Burada, Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine bağlı kalarak, güç merkezleri arasında denge kurma eğiliminde olan bir Türkiye görüyoruz.

İkici Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünya düzeni ve üzerindeki baskılar, Türkiye’yi bir taraf seçmeye itmiştir. Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidine karşı koyarak ABD ile yakın ilişkiler kurmaya yönelmiştir. ABD tarafından ilan edilen Truman Doktrini, Türkiye açısından bir çıkış noktası olarak görülmüştür. Türkiye’nin iç ve dış politikasını doğrudan etkilemiştir.

Truman Doktrini’ nin ilân edilmesiyle birlikte Türkiye’nin dış politikasının ana amacı batıyla yakın ilişkiler içerisine girmek olmuştur. Türkiye, bu amacı gerçekleştirmek için batı devletleri tarafından oluşturulan uluslararası kurum, kuruluş ve organizasyonların içerisinde yer almaya başlamıştır. Türkiye, Truman Doktrini’ nin açıklanmasıyla batıya yönelerek Türk Kurtuluş Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında yürüttüğü denge politikasını sonlandırmıştır.

Türkiye ve ABD arasında yapılan yardım anlaşmaları, yeni dünyanın egemen gücüne ayrıcalıklar sağlayarak, Türkiye’nin ABD politikalarından etkilenmesine sebebiyet vermiştir. Bu doğrultuda Türkiye’nin dış politikası da ABD’nin çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir. ABD yanlısı dış politikanın somut yansımaları özellikle Birleşmiş Milletler toplantılarında kendisini göstermiştir. Türkiye bu toplantılarda çoğunlukla ABD ile aynı oy tercihlerinde bulunmuştur. (Taşdemir K. Doğukan, Linkedin)

Marshall Planı ve Türkiye (1948-1957)

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Truman Doktrini’ nin 22 Mayıs 1947 tarihinde ilanından beş ay kadar bir süre sonra ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall eşgüdümünde 16 Avrupa ülkesinin Dışişleri Bakanları ve Almanya’yı temsil eden işgal güçlerinin katılımıyla, 11-13 Temmuz 1947 tarihleri arasında yapılan Paris Konferansı’nda kabul edilen Avrupa Telafi Programı kısa adıyla “Marshall Planı” kabul edilmiş ve ABD Kongresi tarafından 11 Eylül 1947’de onaylamış ve 1948-52 dönemini kapsayan, dört yıllık ekonomik yardım süreci başlamıştır.

Amerika’yı, bu yardıma iten en büyük sebep, Sovyet tehdidi idi. Bununla birlikte, Avrupa’nın ekonomik açıdan çökmüş olması ve Amerika’nın en büyük pazarını kaybetme ihtimali ikinci büyük sebep olmuştur.

Sovyet Rusya’nın Almanya konusunda da uyuşmaz bir politika izlemesi sonucunda ilan edilen, Marshall Planı’yla, Amerika Avrupa’daki üstünlüğünü, Sovyet Rusya’nın elinden almıştır.

Avrupa’ya yaptığı yardımın karşılığında, ihracat miktarının dolayısıyla üretiminin düşmesini engellemiş, aynı zamanda yaptığı yardımların nerede kullanılacağına müdahale ederek, Avrupa’yı ekonomik açıdan kendine bağlı hale getirmiştir.

Türkiye ise savaş sonrası içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulmak ve Sovyet tehdidinden uzaklaşmak için, Amerika ve Batı’ya sığınmıştır. Truman Doktrini ve Marshall Planı’na ekonomik açıdan kendini kurtaracak neredeyse tek çözüm gibi yaklaşan Türkiye’de yönetimlerin başarısını bile neredeyse Amerika’dan alınan yardım miktarı belirler hale gelmiştir.

Marshall Planı’na, ilk anda savaşa katılmadığı, yıkıma uğramadığı ve elinde döviz ve altın rezervi tuttuğu için dahil edilmeyen Türkiye, bürokratik çabalar sonucunda Avrupa’nın tahıl ambarı olmayı kabul etmek ve ağır sanayisinden vazgeçmek koşuluyla plana dahil edilmiştir.

Marshall Yardımlarından faydalanıldığı süre içinde, Türkiye en az yardım alan ülkelerden biri olmuştur. Alınan yardımlar da gerektiği gibi kullanılamamış, uzun vadeli planlar yapılamamış ve yardımlarla daha çok günü kurtarma çabaları içinde bütçe açıkları kapatılmıştır.

Amerika’nın Türkiye’yi tarıma ve hafif sınaiye yönlendirmesi sonucunda ise sanayide planlanan atılım gerçekleşmemiştir. Alınan dış krediler sonucunda borçlanma ve ithalatın ihracatın hep üstünde olması sonucu cari açıklar artmış ve ekonomi alınan mahsul seviyesine göre seyretmiştir.

Sonuç olarak, Marshall Planı dünyadaki güç dengesinin ibresini, Amerika’dan yana çevirmiş, Avrupa kısa zamanda kalkınmıştır. Fakat, bu yardımın Türkiye açısından sonuçları tartışmalıdır. Küçük Amerika haline getirilen Türkiye, yardımlardan umduğunu bulamamış, kendi çözüm yolunu bulma yoluna gitmemiş ve kurtuluşu hep dışarıda aramanın bedelini ağır ödemiştir.

ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall Kimdir?

ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall (31 Aralık 1880-16 Ekim 1959)

George Catlett Marshall (31 Aralık 1880-16 Ekim 1959), II. Dünya Savaşı sırasında;

ABD Genelkurmay Başkanı (1939-1945). Daha sonra Dışişleri Bakanı (1947-1949) ve Savunma Bakanı (1950-1951) olarak hükûmette görev almıştır. Türkiye’nin ekonomik bağlılığını başlatan Marshall Planı olarak bilinen Avrupa Kalkınma Programı’nın yaratıcısıdır.

Hayatı ve Kariyeri

Bir kömür tüccarının oğluydu. 1901’de ABD Lexington’daki Virginia Askeri Enstitüsü’nü bitirdi. 1902-1903 yıllarında Filipinler’de görev yaptı. Ordu içinde hızla yükselerek I. Dünya Savaşı sırasında 1. Tümen’in Harekât Dairesi Başkanı olarak Fransa’ya gönderildi (1917). Meuse-Argonne harekâtı sırasında da 1. Ordu Harekât Dairesi Başkanı olarak görev aldı (1918). Savaştan sonra beş yıl boyunca (1919-1924) General John J. Pershing’in yaverliğini yaptı.

İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1 Eylül 1939’da Kara Kuvvetleri kurmay başkanlığına getirildi. Kazablanka, Washington, Québec, Kahire ve Tahran konferanslarına ABD kurmay başkanlarının baş temsilcisi olarak katıldı. Bu konferanslarda İngilizlerin Akdeniz stratejisi olarak bilinen planını benimsemeyerek, Müttefiklerin Alman güçlerine karşı üzerinden bir saldırı düzenlemeleri gerektiğini ileri sürdü.

21 Kasım 1945’te ABD Genelkurmay Başkanlığından ayrılmasından birkaç gün sonra, Başkan Harry Truman, Marshall’ı özel temsilcisi olarak Çin İç Savaşı’nda arabuluculuk yapmaya ikna etti. Bu girişiminde başarılı olamamasına karşın Ocak 1947’de Dışişleri Bakanlığına getirilen Marshall, aynı yıl haziranda kendi adıyla anılan ve savaş sırasında büyük yıkıma uğrayan Avrupa’nın yeniden inşasını amaçlayan Avrupa Kalkınma Planı’nı açıkladı. Ayrıca başlangıçta plan kapsamına alınmayan Yunanistan ve Türkiye’ye yardım sağlanmasında etkili oldu. İsrail Devleti’nin tanınması ve Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (NATO) kurulmasına ilişkin görüşmelerin başlatılması için çaba gösterdi. İki yıl sonra sağlığının bozulması nedeniyle görevinden ayrıldı.

1950’de, 70 yaşındayken Başkan Harry Truman’ın Kore Savaşı sebebiyle yaptığı çağrıyı kabul ederek Savunma Bakanı oldu. 1951’de Savunma Bakanlığı görevinden ayrıldıktan sonra hükûmete askeri konularda danışmanlık yaptı. 1953’te, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın iktisadi kalkınmasına ve dünya barışına yaptığı katkılardan dolayı Nobel Barış Ödülü aldı.

Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın etkileri

Truman Doktrini’ nin kabulünden önce de Amerika ve Türkiye arasında bir takım ikili anlaşmalar olmuş ve Amerika’nın Türkiye’ye ekonomik yardımı gerçekleşmiştir. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler, 1 Ekim 1929 tarihinde imzalanan antlaşma ile başlamıştı. 1 Nisan 1939’da iki ülke arasında ikinci bir ekonomik antlaşma imzalanmıştır. Antlaşma gereği her iki ülke gümrük ve ticaret gemilerine ait yeni düzenlemeleri benimsemişlerdir.

Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın uygulanmaya konulması, Türkiye’ye yapılan yardımlar ve borç paraların verilmesinin etkileri 1948-1957 yılları arasında ülkemizi çok büyük şekilde etkilemiştir.

Asker Kökenli Bilgehan Bülbül tarafından hazırlanan “Marshall Planı ve Türkiye’de Uygulanışı 1948-1957” konulu Yüksek Lisans tezi ile çok önemli gerçekler gün yüzüne tekrar çıkarılmıştır.

Marshall Planı sadece uygulandığı dönem içerisinde değil, sonrasında da yıllarca etkisini sürdürmüş olan çok büyük bir yardım hamlesi ve getirdiği sonuçlar açısından incelenmiştir.

Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın dünya siyaseti açısından önemi, Türkiye açısından ise siyaset hayatımıza etkili bir şekilde giren askeri ve ekonomik dış yardımların etkileri o günlerin koşullarında ve günümüzdeki etkileri de şimdi değerlendirilmelidir.

Araştırmalar sonucunda ortaya çıkan durum şu şekilde oluştu. Marshall Yardımlarından en çok faydalanan, en büyük payı alan ülkeler İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri oldu. Bu ülkelerde ciddi atılımlar da gerçekleşti. Fakat Türkiye açısından sonuç ne yazık ki istenilen düzeyde olmadı. Bunda, Amerika ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye bakış açısının ve yardım miktarının hep beklentilerin altında olmasının etkisi de var muhakkak fakat plandan ve stratejiden yoksun bir ekonomik yapılanmanın ve ekonomiyi düzeltmek adına dış borçlar ve krediler üzerine bina edilen günü kurtarma çabalarının da etkisi yadsınamaz.” (Bülbül Bilgehan, 2006)

Marshall Planı, 5 Haziran 1947 tarihinde ABD Devletleri Dışişleri Bakanı George C. Marshall’ın Harvard Üniversitesinde yaptığı konuşmayla tüm dünyaya açıkladığı, Avrupa’nın enkaz haline gelmiş ekonomisini yeniden canlandırmak amacıyla uygulanan, Amerikan tarihinde yapılmış en büyük ekonomik yardımdır.

ABD’ne 1948-1952 yılları arasında, dört yıl süresince 11,820,700,000 dolar ve buna ek olarak alınmayan borçlarla 1,505,100,000 dolara toplamda 13,325,800 dolara malolan bu plan açıklandığı andan itibaren gerek sebepleri gerek uygulanması gerekse sonuçları açısından dünya tarihine ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri açılardan damgasını vurmuştur.

Marshall Planı çerçevesinde 16 Avrupa Ülkesi ve Türkiye’ye verilen yardım-borç tutarları

Ülke 1948/49
($ milyon)
1949/50
($ milyon)
1950/51
($ milyon)
Kümülatif
($ milyon)
Almanya 510 438 500 1.448
Avusturya 232 166 70   468
Belçika ve   Lüksemburg 195 222 360   777
Birleşik Krallık 1316 921 1060 3.297
Danimarka 103 87 195   385
Fransa 1085 691 520 2.296
Hollanda 471 302 355 1.128
İrlanda 88 45 0   133
İsveç 39 48 260   347
İsviçre 0 0 250   250
İtalya ve   Trieste 594 405 205 1.204
İzlanda 6 22 15     43
Norveç 82 90 200   372
Portekiz 0 0 70    70
Türkiye 28 59 50   137
Yunanistan 175 156 45    376
ABD tarafından borcu olan ülkeler-den alınmayan borçlar —– —— 594.8  594.8
Toplam 4,924 3,652 4,749.8 13,325.8

Marshall Planı Amerika açısından oldukça başarılı sonuçlar doğurmuştur. Avrupa ülkeleri üzerinde söz hakkı elde etmiş, dünya ekonomik dengelerini elinde tutmayı basarmış, savaş sonrası karşılaşabileceği ekonomik durgunluk tehdidini Avrupa  pazarıyla önlemiş ve Sovyet tehdidini bertaraf etmiştir. Avrupa ülkeleri, savaş sonrası karsı karsıya kaldıkları kaostan kurtulma sürecinde bu yardımlardan büyük oranda istifade etmiş, ticaret hayatını tekrar canlandırmış, üretimini yeniden üst düzeye çıkarmıştır.

Marshall Planı, Türkiye açısından ise oldukça farklı sonuçlar doğurmuştur. İkinci Dünya Savasından, savaşa katılmamasına rağmen büyük bir handikapla çıkan Türkiye, 1930’lu yılların basından itibaren, “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı” ile yakalamış olduğu büyüme ivmesini kaybetmiştir. “İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı” hazırlanmasına rağmen yürürlüğe konulamamış, özellikle Sovyetlerin tehditkâr tutumu karsısında savunma harcamaları artmış ve askere alınan genç nüfusun artmasıyla üretim gücü büyük oranda azalmıştır. (Bülbül Bilgehan, Marshall Planı, S. 3-4)

Ekonomimizi etkileyen bütün bu olumsuzluklara savaş sonucu dünya arenasında yalnız kalma psikolojisi de eklenince, kurtuluş çaresi ne yazık ki başka ülkelerde ve dış yardımlarda aranmaya başlanmıştır. O dönem içerisinde art arda ilan edilen Truman Doktrini ve Marshall Planı, Türkiye’nin zaten dünya lideri olarak seçtiği Amerika’ya olan hayranlığını daha da artırmış ve neredeyse bu yardımları alabilmek karşılığında ekonomik açıdan kaderimizi kayıtsız şartsız Amerika’nın politikalarına uygun bulmuştur.

Türkiye’de Marshall Yardımı, en çok tarım, madencilik ve yol inşası alanlarında kullanılmıştır.

Bu süreç içerisinde ekonomiyi kötü gidişattan kurtarabilmek için alınan krediler her geçen yıl artmıştır. Alınan krediler, ekonomide düzelme sağlamamış, aksine artan dış borçlanma ciddi bir ekonomik tehdit haline gelmiştir.

Türkiye’nin Uluslararası Kuruluşlara Üyelikleri

Türkiye batı bloku içinde yer almak için savaş süresince sürdürdüğü tarafsızlık politikasından da uzaklaşmıştır. 23 Şubat 1945’te Birleşmiş Milletlerin kuruluş aşamasına katılabilmek için Almanya’ya savaş ilan etmiştir. 26 Haziran 1945’te Sanfransisco’da Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imzalayan 51 ülke arasında yer almıştır. Türkiye savaş sonrası dönemin uluslararası ekonomik düzenini kurmak amacıyla toplanan Bretton Woods konferansına da katılmış ve bu konferansta kurulmaları kararlaştırılan uluslararası düzenin iki temel kurulusuna üye olmuştur. Bu ekonomik kuruluşlar Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD)’dır. Türkiye her iki kuruluşa da üye sürecini 19 Şubat 1947’de tamamlamıştır. (Sahin Hüseyin,  1995)

Birleşmiş Milletler (BM)

Birleşmiş Milletlerin kurucu antlaşması niteliğindeki BM Şartı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 ülke tarafından 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanmıştır. Daha sonra, Polonya’nın da Şart’ı imzalamasıyla, kurucu üye devletlerin sayısı 51’e yükselmiştir. BM Teşkilatı, BM Şartı’nda öngörüldüğü üzere, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) beş daimî üyesi dâhil BM’nin üye devletlerinin çoğunluğunun Şart’ın onay işlemlerini tamamlamalarıyla, 24 Ekim 1945 tarihinde resmen faaliyete geçmiştir. Bu tarihten beri, 24 Ekim her yıl BM Günü olarak kutlanmaktadır. (Birleşmiş Milletler’in İşleyişi ve Çalışmaları)

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)

ABD’nin New York kentinde 19 Haziran-22 Temmuz 1946 tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı’nda Birleşmiş Milletlere üye Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı 51 ülkenin temsilcisi ile FAO, ILO, UNESCO, OIHP (Merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu), Pan Amerikan Sağlık Teşkilatı (PAHO), Kızılhaç, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu ve Rockefeller Vakfı Temsilcileri Dünya Sağlık Örgütü Anayasasını oluşturmuşlardır. Türkiye de Dünya Sağlık Örgütü’nün kuruluş ve Anayasa oluşturma çalışmalarına fiilen katılmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü kuruluş anlaşmasına imza atan Dr. İhsan Doğramacı, 16 Temmuz 1946, New York

Dünya Sağlık Örgütü Anayasası 22 Temmuz 1946 tarihinde ülkemizin de aralarında bulunduğu 61 ülkenin temsilcisi tarafından imzalanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü Anayasasının 26 üye ülke tarafından onaylanmasının ardından, 7 Nisan 1948 tarihinde resmen kurulmuştur. (Dünya Sağlık Örgütü Tarihçesi ve çalışmaları)

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)

UNICEF, dünya çapındaki çocuklara insani ve gelişimsel yardım sağlamaktan sorumlu bir Birleşmiş Milletler kuruluşudur. UNICEF, 11 Aralık 1946’da BM Rehabilitasyon İdaresi tarafından İkinci Dünya Savaşı’ndan etkilenen çocuklara ve annelere acil yardım sağlamak için New York’ta oluşturulan Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Acil Durum Fonu’nun halefidir. Aynı yıl BM Genel Kurulu, savaş sonrası yardım çalışmalarını daha fazla kurumsallaştırmak için UNICEF’i kurdu. 1950’de, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocukların ve kadınların uzun vadeli ihtiyaçlarını karşılamak için yetkisi genişletildi. 1953’te örgüt, Birleşmiş Milletler Sisteminin kalıcı bir parçası haline geldi ve daha sonra adı, orijinal kısaltmasını korusa da bugünkü şekliyle değiştirildi. UNICEF ile Türk Hükümeti arasında ilk kez 5 Eylül 1951 tarihinde imzalanan Teknik Yardım Anlaşması ile ilişkilerini başlatmıştır.(UNICEF’in Türkiye ile İlişkileri ve Yürüttüğü Projeler)

Dünya Bankası (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası)

Dünya Bankası, II. Dünya Savaşı’nın ardından 1945 yılında Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası adıyla kurulmuş, 1947 yılında Birleşmiş Milletler’in özerk uzman kuruluşlarından biri olma özelliği kazanmıştır. Türkiye, Dünya Bankasına olan üyeliğini 19 Subat 1947’de tamamlamıştır. (Dünya Bankasının Türkiye ile Sağlık Alanında İlişkileri)

Uluslararası Para Fonu (IMF)

Uluslararası Para Fonu veya IMF (International Monetary Fund), global finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, istihdam artışı, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve yoksulluğun azaltılmasını desteklemek amaçlarına yönelik çalışmalar yürüten uluslararası bir örgüttür. Türkiye, IMF’e üyeliğini 19 Subat 1947’de tamamlamıştır. (IMF’in Tarihçesi ve Çalışmaları)

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)

FAO, 16 Ekim 1945’de Kanada’nın Quebec kentinde düzenlenen I. Uluslararası FAO Konferansı’nda; Dünya’daki gıda ve tarımla ilgili çalışmaları organize edip geliştirerek gıda güvenliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Birleşmiş Milletler Örgütü ile FAO arasında 14 Aralık 1946 tarihinde imzalanan Sözleşme ile ilk “Uzmanlık Kuruluşu” oldu. Ülkemizin üyeliği 6 Nisan 1948’dir. (FAO’nun Tarihçesi)

Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO)

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1945-1949 döneminde Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin yayılmacı politikalarını endişeyle izlemişlerdir. 1948 yılında Çekoslovakya darbesi ve 1948’de Berlin’in SSCB tarafında abluka altına alınması gibi gelişmeler, Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve İngiltere’nin, ortak bir savunma sistemi kurmak ve güvenliklerine yönelik ideolojik, siyasi ve askeri tehditlere direnecek şekilde aralarındaki bağları kuvvetlendirmek amacıyla bir antlaşma imzalamalarını tetiklemiştir. Mart 1948’de imzalanan Brüksel Antlaşmasıyla kurulan Batı Avrupa Savunma Örgütü, İkinci Dünya Savaşı ertesinde Batı Avrupa’nın güvenliğinin yeniden yapılandırılması yönündeki ilk adımı teşkil etmiştir. Bu aynı zamanda, Kuzey Atlantik Antlaşmasının 1949’da imzalanmasına uzanan sürecin de ilk adımı olmuştur. NATO Teşkilatı 12 ülke tarafından 4 Nisan 1949 tarihinde kurulmuştur. NATO’nun asli görevi, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumaktır. Türkiye 18 Şubat 1952 yılında İttifaka üye olmuştur.

Türkiye’de, Cumhuriyet Dönemi Sağlık Reformları ve Refik Saydam Hıfzıssıhha

Cumhuriyetin ilanından sonra, Cumhuriyet Döneminin ilk Sağlık Bakanı 30 Ekim 1923 tarihinde tekrar Dr. Refik Saydam olmuş ve Sağlık Bakanlığı görevini 25 Ekim 1937 tarihine kadar üç dönemde toplam 14,5 yıl sürdürmüştür.

1920-1938 yılları arasında sağlık alanında birçok yeni düzenlemeler yapılmıştır. O dönemin koşulları dikkate alındığında bu düzenlemelerin yapılmasındaki amaç;

  • Savaş sonrası sorunların çözülmesi,
  • Nitelik ve nicelik açısından sağlık personelinin desteklenmesi,
  • Merkezden köylere doğru bir yapılanma tesisi,
  • Koruyucu sağlık hizmetlerini yaygınlaştırılmasıdır.

Bu dönemde başlatılan özellikle sıtma başta olmak üzere, sifilis, trahom gibi bulaşıcı hastalıklarla ilgili olarak gerçekleştirilen dikey örgütlenme bugün de devam etmektedir.

Dr. Refik Saydam döneminde; Koruyucu ve Tedavi Edici Sağlık hizmetlerini bir arada ülkeye yayabilmek için büyük uğraş vermiştir. Sağlık alanında tüm temel yasalar çıkarılmıştır.  Bu konuda daha önce yayınlanan (Dr. Refik Saydam ile başlayan Sağlık Reformları) konusunda detaylı bilgi verilmiştir.

Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu’nun kurulması ve çalışmaları

27 Mayıs 1928 gün ve 1267 sayılı yasa tasarısıyla Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletine bağlı Hıfzıssıhha Müessesi kurulmuştur. Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi binasının inşaatına 1928 yılında başlamış ve 1933 yılında tamamlanmış ve Hıfzıssıhha Enstitüsü olarak çalışmalarına başlamıştır. Hıfzıssıhha Mektebi’nin kuruluşu ile ilgili karar anılan yasa çerçevesinde yer almakla beraber Hıfzıssıhha Mektebinin (Okulunun) fiilen kuruluş tarihi 23 Haziran 1936’dır.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına dönüşen ve 89 yıllık çalışma süresi içerisinde önemli çalışmalar gerçekleştirilmiş ve 2011 yılından itibaren de Başkanlığın hem ismi hem de faaliyetleri Sağlık Bakanlığınca yapılan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde tarihin karanlık sayfalarına itilmiştir.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün ömrü 89 yıl sürdü!” bağlantısından detaylı geçmişe ulaşılabilir.

1938-1960 Dönemi 

Merkezi yapıyı güçlendirmek ve sosyal içerik dâhilinde politikalar geliştirmek amacıyla yasal düzenlemeler yapılmış ve uygulamalara geçilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan sıtma, suçiçeği, sifilis ve cüzzam ile mücadele etmek için “Olağandışı Sıtma Kontrolü Yasası” çıkarılmış ve hastalık odaklı dikey örgütsel yapılar geliştirilmiştir. 1945’te Sosyal Sigortalar Kurumu’nun da temellerini atan İş Güvenliği Yasası çıkarılmış ve hizmet ile istihdam alanındaki Sağlık Bakanlığı tekeli ortadan kaldırılmıştır.

Emekli Sandığı’nın kurulması ve sosyal sigorta kapsamının geliştirilmesi yönündeki çalışmalara da yine bu dönemde başlanmıştır. İl Özel İdareleri ve yerel yetkililer tarafından sağlanan hastane hizmetleri Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir. Bölge bazlı kurumsal örgütlenmeler de yine bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Bölgesel Numune Hastaneleri, ana-çocuk sağlığı merkezleri, verem, ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri de yine bu dönemde kurulmuştur. Bunların yanı sıra sağlık ocaklarının sayısı da hızla artmıştır.

Dr. Behçet Uz Dönemi (1946 –1956) 

İki Dönem Sağlık Bakanı olan Dr. Behçet Uz (1946-1948) ve (1954 – 1955)

Dr. Behçet Uz; 7 Ağustos 1946-10 Haziran 1948 tarihleri arasında ilk kez ve 18 Mayıs 1954 ile 9 Aralık 1955 tarihleri arasında da ikinci kez Sağlık Bakanı olmuştur.

Bu dönemde sağlık alanında koruyucu sağlık hizmetlerinin yanı sıra tedavi edici hastalıklara ve Hastane hizmetlerine özel önem verilmiştir. Milli Sağlık Planı (1946) ve Milli Sağlık Programı (1954) en önemli çalışmaları arasında yer almıştır. Hazırlanan iki önemli yasa her türlü çaba gösterilmesine karşın yasalaşamamıştır.

Dr. Behçet Uz’un Sağlık Bakanı olduğu dönemlerde: 1947 Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığının yeniden yapılandırılması; 1953 Türk Tabipler Birliği Kanunu ve Eczacılar ve Eczaneler Kanunun 1954 Hemşirelik Kanunu; 1955 Adli Tıp Müessesi Nizamnamesi, Kan Bankası ve Kan Nakil Merkezlerine Dair Talimatname, Kaza Sağlık İdareleri ve Sağlık Merkezleri Talimatnamesi 1956 Türk Eczacıları Birliği Kanunu çıkarılmıştır. 1960 yılında da Tıbbi Deontoloji Nizam-namesi yürürlüğe girmiştir.

Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde 1947-1957 yılları arasındaki Dünya’ daki değişim ve dönüşüm detayı ile Türkiye’deki gelişmeleri, Türkiye’nin Uluslararası Kuruluşlara üyelikleri, Kore’ye asker gönderme ve kısacası Türkiye’nin de içinde bulunduğu ve sağlık sisteminin işleyişi çok ayrıntılı ortaya konulmaya çalışılmıştır. (Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulması ve Sağlık Politikaları)

Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın Türkiye’deki sonuçları neler olmuştur.

Truman ve Marshall yardımları farklı içerikler ve süreçler ifade etmektedir.

Truman Doktrini, Yunanistan ve Türkiye’nin komünizmden uzak durması adına bu ülkelerin hükümetlerine ekonomik yardımı amaçlamaktadır.

Marshall Programı, İkinci Dünya Savaşı sonrası fiziken ve maddiyken yıpranmış Avrupa ülkelerinin yeniden kalkınması için ekonomik yardımı içermektedir.

ABD Başkanı Harry Truman’ın, 12 Mart 1947’deki Kongre’de yaptığı konuşmada 3 istekte bulundu. Bu istekler:

  1. Türkiye ve Yunanistan’a yardım amacıyla 30 Haziran 1948’e kadar geçerli olmak sartıyla 400 milyon $ bütçe,
  2. Yunanistan ve Türkiye’ye sivil ve askeri Amerikan personelinin gönderilmesi,
  3. Seçilecek Türk ve Yunan personelin Amerika Birleşik Devletleri’nde eğitilmesiydi. (Satterthwaite, 1972: 78). (Satterthwaite, J.C. (1972).  

Türkiye ile ABD arasında, 12 Temmuz 1947 tarihinde Ankara’da imzalanan “Truman Doktrini Çerçevesinde Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma” çerçevesinde; 1947-1951 yılları arasında Türkiye’ye yapılan Amerikan askeri ve ekonomik yardımının miktarı toplam 400 Milyon $’a ulaşmıştır. Sağlanan kaynaklar savunma alanında hava, kara ve deniz kuvvetlerinin modernizasyonu için kullanılırken, bir kısmı da yol yapım çalışmaları ve tarım sektöründe kullanılmıştır. (Oran Baskın, 2002) 

Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye yapılan Amerikan yardımları da başlıca dört bölüm içinde toplanabilir.

Hibeler: Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’nin geri ödeme yapmadan 1948-1951 yılları arasında aldığı 62.376.000 dolar hibedir.

Borç: Amerikan yardımının ikinci ana bölümü ödünç verilen paralardır. 1952 yılından 1956 yılına kadar ABD’ne yalnız faiz tutarları ödenecek, o tarihten sonra da 35 sene süre ile % 2,5 faizle gerek ana para, gerekse faizleri, bir arada ve eşit taksitlerle ödenerek borç kapatılacaktır. Türkiye, aynı yıllar arasında, ABD’nden ödünç olarak 72.840.000 dolar yardım almıştır.

Dolayısıyla yardım: ABD’nin İktisadi İşbirliği İdaresi’ne giren Avrupa Devletleri arasındaki ticareti düzenlemek için yaptığı yardımlardır ve en önemlileri “tiraj hakları” adıyla tanımlanmıştır. Türkiye’nin 1948-1951 yılları arasında bu şekilde gördüğü Amerikan yardımının tutarı,71.522.000 doları hibe, 55 Milyon doları ödünç olmak üzere 126.522.000 dolardır.

Teknik yardım: ABD’nden getirtilecek teknik uzmanlarla, yardım gören ülkeden staj, tetkik gezisi ve buna benzer nedenlerle dışarıya gönderilen teknisyen, mühendis ve benzeri elemanların ve meslek erbabının gittikleri ülkelerdeki zaruri masrafları karşılanmaktadır.

Teknik yardım iki şekilde finanse edilmiştir. Bunlardan birisi hükümetin borçlanması ve bu borcun tıpkı ödünç yardım için tayin ve tespit edilen şartlara uygun olarak ödenmesidir. İkinci sekil hibe seklidir. Bu şekle uyularak kabul olunan bir teknik yardım karşılığında hükümet herhangi bir borca girmiş olmaz. Türkiye’nin 1948-1951 yılları arasında gördüğü teknik yardımın tutarı 3 Milyon $’dır

Marshall Yardımları doğrultusunda Türkiye’ye, 1948-1959 yılları arasında üç ana başlıkta (Direkt yardımlar, Dolaylı yardımlar ve Teknik yardımlar) 30 Eylül 1959 yılı itibariyle yapılan yardımların toplamı: 1.207.434.000 (Bir milyar 207 milyon 434 bin) Amerikan dolarıdır. (Ülman, 1991)

Sonuç ve Değerlendirme

Bu bölümde yapılan değerlendirmeler sonucu; Türkiye’nin hangi sorun ve gerçeklerle karşılaştığını ve günümüze kadar devam eden sorunları paylaşmak gerekir.

Truman Doktrini’ nin Türkiye açısından önemli sonuçları oldu. Doktrin, Türk dış politikasında devrim niteliğinde değişikliklere yol açtı. 1940’lı yılların sonlarından 1960’lı yıllara kadar, bütünüyle Batı ve özelikle Amerika paralelinde bir dış politika yürütülmeye başlandı.

Bu dönemde, Amerikan askeri yardımı çerçevesinde Türkiye’ye verilen malzemenin bakım ve yedek parça giderlerinin Türkiye bütçesinden karşılanması, Türkiye’nin ekonomisinde sıkıntıya neden oldu. Amerika’dan gelen yardımın bakım ve yedek parçası için Türkiye’nin bütçesinden yılda yaklaşık 145 Milyon dolar ayrılması gerekti. Bu silah ve malzemenin mülkiyeti, yukarıda da belirtilen Temmuz 1947 Antlaşması’nın 4. Maddesi gereği ABD’ye aitti ve ABD’nin onay vermediği durumlarda Türkiye tarafından kullanılması mümkün değildi. (Oran, 2001: 535-536)

Türkiye, 1948-1952 yılları arasında Truman Doktrini yanında Marshall Planı çerçevesinde ABD’den ekonomik yardım aldı. Bu yardımların Türkiye açısından önemli sonuçları oldu. Yardımların % 60’dan fazlası tarım ve madencilik alanında kullanıldı. Böylece, 1950’lerin başlarında Türkiye, dünyanın en önde gelen buğday üreticilerinden oldu. Diğer yandan, tarım aletlerinin de yurtdışından alınması nedeniyle, bakım-onarım ve yedek parça maliyetleri Türkiye’nin dış ticaret dengesini olumsuz etkiledi.  Bu durumda, uzun vadede yardımla gelen miktarın büyük bölümü dolaylı olarak ABD’ye geri döndü.

ABD, yardımların karayollarının gelişmesi için de kullanılmasını istiyordu. Böylece karayolu yapımı, demiryolu yapımına tercih edildi. Karayolu ulaşımının düzelmesiyle Türkiye’ye ithal edilen yabancı otomobil ve otobüslerin sayısı ve buna bağlı olarak petrol ihtiyacı arttı.

Truman Doktrini ve Marshall Planı ile yaşanan sürecin, Türkiye’deki sosyal yaşama da büyük etkileri oldu. ABD’nin Türk kamuoyundaki imajı güçlendi. Amerikan mallarını kullanmak bir prestij haline geldi. Amerikan çizgi romanlarının gelmesiyle çocuklar Amerikan kahramanlarını benimsediler. Bu süreçte, Türk kamuoyunda ABD’ne karsı büyük bir ilgi ve hayranlık yasandı.

Marshall Planı ile tarıma yapılan yatırım, tarımda kullanılan malzemenin kalitesinin ve teknolojisinin yükselmesine ve Türkiye’nin büyük bir tarım hamlesi yaparak üretimini arttırmasına önemli bir katkı sağladı. Ancak, günümüzde yaşanan sıkıntılar geçmişte yapılan hatalardı.

Kayseri Uçak Fabrikası, Almanlarla 1928 yılında yapılan işbirliği sonucu kuruldu.

Genç Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun ilk yıllarında havacılık alanında üretim ve sanayi atağı yaptı. Yatırımların en önemlilerinden biri olan Kayseri Uçak Fabrikasının temeli Almanlarla iş birliği yapılarak 1926 yılında atıldı. Beş Alman Mühendis, 120 Alman işçi ve 240 işçi ile çalışmalara başlandı. İki yıl sonra Almanlarla sözleşme feshedildi. Hava Müsteşarlığı görevi üstlenip çalışmalarını milli ekiple sürdürmeye başladı. Daha sonra Almanlar, Polonyalılar ve İngilizlerle çalışılmaya başlandı. II. Dünya Savaşının sonuna kadar 100’den fazla çeşitli tipte uçak yapıldı. İran Şahına 1937’de iki uçak hediye edildi. 1950 yılına kadar 130 uçak üretildi ve yurtdışına ihracat gerçekleştirildi.

Vecihi Hürkuş, 1925’lerde ilk Türk uçağı Vecihi K-VI’ı İzmir’de üretildi., 1930’larda ilk Türk sivil uçağı Vecihi XIV’nın İstanbul’da üretilip Ankara uçarak getirilmesi havacılık tarihinin önemli köşe taşlarından biridir. Ayrıca, Havacılık tarihinde akademi-sanayii işbirliğine yönelik ilk somut adım 1939’da başlatılmış. Tayyare mühendisliği şubesinin kurulmasına yönelik ilk hamle 1939’da Nuri Demirağ’dan gelmiştir. Hem Devletin hem de üniversite-sanayi işbirliğinin birlikte yürütülmesi, gerekli insan gücü ve teknolojinin o günün şartlarında ortaya konması çok genç Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli başarılarından biridir.

Türkiye’nin askerî ve ekonomik olarak dışa bağımlığının temelleri Truman Doktrini ile atılmış, Marshall Planı ile sürmüştür. Bu ortamda, 1920’li ve 1930’lu yıllarda büyük fedakârlıklar pahasına elde edilen ulusal savunma sanayini olumsuz etkilemiştir.

Marshall Yardımları ve Türkiye’nin NATO’ya üyeliği Kayseri Uçak Fabrikası’nın da sonunu getirdi. Müttefiklerine göre Türkiye’nin artık uçak üretmesine gerek yoktu… Kayseri’deki fabrika

Hava İkmali ve Bakım Tesislerine dönüştürüldü. Truman Doktrini ve Marshall Yardımı çerçevesinde Türkiye’ye gönderilen eski marka uçakların bakımı Kayseri’de yapılmaya başlandı. Anılan Anlaşmalar sonucu 1926 yılında başlayıp 1950’li yıllara kadar kazanılan deneyim ve yetişmiş iş gücü ve kurulan eğitim sistemi maalesef son bulmuştur. (Öngüner Emir, Bölüm 3)

ABD, Truman Doktrini ile finansal yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Millî Şeflik, “5 Yıllık Kalkınma Planları” “Köy Enstitüleri” ve Yüksek Köy Enstitülerigibi uygulamaların kaldırılmasını talep etti. 1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri 1946’lardan itibaren Köy Enstitülerinin yerini alan Köy Öğretmen Okullarına dönüştürüldü. Köy enstitülerine öğretmen yetiştiren, Yüksek Köy Enstitüsü bölümü 27 Kasım 1947’de, eğitmen kursları ise 28 Haziran 1948 tarihinde sonlandırıldı. Köy Öğretmen Okulları da 1954 yılında Demokrat Parti iktidarı döneminde kapatılmıştır.

Sağlık alanında 1923’lü yıllarda Dr. Refik Saydam ile başlatılan reformlar sonucu özellikle koruyucu sağlık hizmetleri ana hedef olarak kabul edildiğinden bu alanda örgütlenme, sağlık personelinin yetiştirilmesi, temel meslek kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerinin kurulması, temel yasaların ve gerekli mevzuatın çıkarılması sayesinde çok önemli sağlık sorunlarına çözümler üretilmiştir.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Eski Aşı Üretim Binası

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebinin 1928 yılı itibariyle kurulması ve 89 yıllık bir süreç içerisinde başta aşı üretimi, halk sağlığı laboratuvar hizmetleri, gıda, zehir danışma, ilaç ve eczacılık hizmetlerinin verilmesi başarıyla yerine getirilmiştir. Kurulduğu yıldan itibaren çok önemli başarılara ulaşılmış kurumda, II. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında ABD’nin Truman Doktrini ve Marshall Yardımları sonucu dönemin idarecileri istemeyerek te olsa yönetimde ve teknik gelişmeler alanında gerekli gelişim ve dönüşümü sağlayamadıklarından, Hıfzıssıhha Kurumunda kan kaybı başlamıştır. Daha sonraki yıllarda da göreve gelen Sağlık Bakanlığı üst düzey yönetimleri Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına gereken idari, maddi, teknik desteği verememişlerdir.

“Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde Hıfzıssıhha’ nın görev ve yetkilerinin çeşitli birimlere ve kuruluşlara dağıtılarak hem “Refik Saydam” isminin hem de “Hıfzıssıhha” adının 2011 yılında başlayarak 2017 yılında Sağlık Bakanlığı’nın çatısı altında ortadan kaldırılması düşünmeye değer bir durumdur…

Dizinin 15. Dünyada Hayat Kurtaran Aşıların Hikayesi

Yazan ve yayına hazırlayan Bekir Metin, Ankara, 30 Mart 2023 

Kaynakça: 

Ataöv, Türkkaya “Soğuk Harbin Doğuşu: San Francisco’dan Mihver Barış Toplantıları”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, XXIII, No: 1, Mart 1968, s. 343.

Bülbül Bilgehan, Marshall Planı ve Türkiye’de Uygulanışı 1948-1957, Yüksek Lisans Tezi, Dicle Ünv. Sosyal bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü, T. C. Tarihi Bilim Dalı, Diyarbakır, 2006

Bülbül Bilgehan, a.g.e, S. 3-4

Çelik Mehmet Mazlum, Küçük Amerika yolunda feda edilen büyük Türkiye: Truman Doktrini ve ABD Yardımları Makale, The Independentturkish, 22 Mayıs 2020

Erhan Çagrı, (2002). “1945-1960 ABD ve NATO ile İlişkiler”,

Journal of Atatürk 2022 11 (1): 9-23 l doi: 10.5152/JA.2022.4-19

Keyman Fuat, Prof. Dr., Truman Doktrini ve Marshall Yardımı, Makale, 2019

Metin, Bekir, Birleşmiş Milletler’in İşleyişi ve Çalışmaları, (www.healthworldnews.net/bm-ve-dunya-saglik-orgutunun-isleyisi-ve-calismalari-1945-2019/#_ftn1)  Erişim tarihi: 28.2.2023

Metin, Bekir, Dünya Sağlık Örgütü Tarihçesi ve Çalışmaları Erişim tarihi: 10.3.2023 (www.healthworldnews.net/tarihce)

Metin, Bekir, UNICEF’in Türkiye ile İlişkileri ve Yürüttüğü Projeler, Erişim tarihi: 14.3.2023 (www.healthworldnews.net/unicefin-turkiye-ile-iliskileri-ve-yuruttugu-projeler)

Metin Bekir, Dünya Bankasının Türkiye ile Sağlık Alanında İlişkileri, Erişim tarihi: 19.3.2023 (www.healthworldnews.net/dunya-bankasinin-turkiye-ile-saglik-alaninda-iliskileri)

Metin Bekir, IMF’in Tarihçesi ve Çalışmaları (www.healthworldnews.net/uluslararasi-para-fonu-imf-tarihcesi-ve-calismalari) Erişim tarihi: 25.3.2023

Metin Bekir, FAO’nun Tarihçesi (www.healthworldnews.net/bm-gida-ve-tarim-orgutu-fao-nun-tarihcesi) Erişim tarihi: 26.3.2023

Metin Bekir, Dr. Refik Saydam ile başlayan Sağlık Reformları Erişim tarihi: 27.3.2023 (www.healthworldnews.net/cumhuriyetin-ilk-saglik-bakani-dr-refik-saydam-ile-baslayan-saglik-reformlari)

Metin Bekir, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün ömrü 89 yıl sürdü!” Erişim tarihi: 28.3.2023 (www.healthworldnews.net/bolum-7-refik-saydam-hifzissihha-enstitusunun-omru-89-yil-surdu)  

Metin Bekir, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulması ve Sağlık Politikaları, Erişim tarihi: 29.3.2023 (www.healthworldnews.net/turkiye-cumhuriyetinin-kurulmasi-ve-turk-saglik-politikalari)

Sahin Hüseyin, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi-Bugünkü Durumu, Ezgi Yayınları, Bursa, 1995, S.100

Satterthwaite, 1972: 78. Satterthwaite, J.C., 1972. The Truman Doctrine: Turkey. Annals of the American Academy of Political and Social Science, (401), S. 74-84

Silan Cenan Sahir, Amerikan Türk Yardımları Programı, S. 97

Oran Baskın, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savasından Bugüne Olgular, Belgeler,

Yorumlar, Cilt 1:1919-1980, İstanbul, İletişim Yayınevi, 2001, S. 534-535

Oran Baskın, 2001, a.g.e., S. 535-536

Öngüner Emir, Bölüm 3. Türkiye’nin 1945 İtibariyle Havacılık Alanında Eğitim ve Teknoloji Seviyesi konulu YouTube videosu (www.youtube.com/watch?v=Pe2vAYJu95Q), Erişim tarihi: 30 Mart 2023

Öymen Altan, Bir Dönem Bir Çocuk, Doğan Kitap, 7. B., İstanbul, 2002, s. 512-513.;

Taşdemir Kutluay Doğukan, Truman Doktrini ve Türk Dış Politikasına Etkileri, Işık Üniversitesi, Linkedin, Erişim tarihi: 25.3.2023

Uslu Nasuh, Türk-Amerikan İlişkileri, 21. Yüzyıl Yay., Ankara, 2000, s. 19

Ülman Haluk, Türk-Amerikan Münasebetleri. Ankara, Sevinç Matbaası 1991, S.119-12

Vikipedi, Özgür Ansiklopedi, Erişim tarihi: 14 Mart 2023

Not: Buradaki bilgi ve belgeler kaynak kullanılarak alıntı yapılabilir. Yazının tüm hakları konuyu hazırlayan ve yazan Bekir Metin’e aittir. Bu yazı dizisine 01 Haziran 2022 tarihinde başlandı.

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir