
Yazı Dizisi 22: Refik Saydam Hıfzıssıhha Başkanlığı’nın 83 Yıllık Tarihinde, Yönetenler ve Çalışanlar ne düşünüyorlar?
Hıfzıssıhha tarihinin önemli dönüm noktaları
Hıfzıssıhha Müessesi (Enstitüsü ve Mektebi), Kanun Tasarısı, 27 Mayıs 1928 gün ve 1267 sayılı yasa tasarısıyla Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletine bağlı olarak bu kanun çerçevesinde Sivas ve Ankara’daki kimyahaneler birleştirilerek Hıfzıssıhha Müessesi kurulmuştur. Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi binasının inşaatına 1928 yılında başlamış ve 1933 yılında tamamlanmıştır. Hıfzıssıhha Enstitüsü çalışmalarına fiili olarak başlamasına rağmen Hıfzıssıhha Mektebi, 23 Haziran 1936 tarihinde 3017 sayılı kanunla açılmıştır. Hıfzıssıhha Okulu’nun fiilen çalışmalar başlama tarihi 2 Kasım 1936’dır.
Hıfzıssıhha Müessesenin 30 Aralık 1940 tarih ve 3959 numaralı kanunla görev ve sorumlulukları yeniden belirlenmiştir. Bu Kanun’da T.C. Merkez Hıfzıssıhha Müessesesini oluşturan Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebi’nin görev, yetki ve sorumlulukları ayrı ayrı yazılmıştır (Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun, R. G. 1941).
Hıfzıssıhha Müessesinin kurucusu olan ve halk sağlığı konusunda çok önemli hizmetleri bulunan Dr. Refik Saydam’ın 1942 yılında vefatından sonra, TBMM, merhumun anısına 10 Ağustos 1942 gün ve 4288 sayılı yasa ile Merkez Hıfzıssıhha Müessesesine T.C. Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi adı verilmiştir (BCA, R.G.1942).
Resmî Gazete’nin 19 Ekim 1982 tarihli sayısında yayınlanan “Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Yönetmeliği” nde, Müessesenin görevleri en geniş ve detaylı bir şekilde ifade edilmiştir. Bu görevler üretim, kontrol, tanı, eğitim, araştırma, danışmanlık ve yayın hizmetlerine yöneliktir (Resmî Gazete, 19 Ekim 1982).
1983 yılında 190 sayılı KHK ile yedi ilde (İstanbul, İzmir, Erzurum, Samsun, Antalya, Diyarbakır ve Adana) bulunan Bölge Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürlükleri, Ankara’da bulunan Başkanlığa bağlanmış, yine aynı KHK ile Başkanlık, Döner Sermaye Saymanlığı kadrosuyla teşkilatlandırılmış ve kuru BCG aşısı üretimine geçilmiştir. Anılan Bölge Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürlüklerinde Aşı ve Serum üretimi dışında kalan, halk sağlığı ile ilgili diğer çeşitli laboratuvarda araştırma ve incelemeler yapılmaya devam edilmiştir.
1936 yılında faaliyetlerine başlayan Hıfzıssıhha Mektebi 1983 yılında kapatılmış (Doğan Ali Eren, Hıfzıssıhha Okulu, 2005) aynı yıl yayınlanan 181 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 6. geçici maddesiyle kurumun adı “Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir (Resmî Gazete, 14.12.1983). 2003 yılında, Hıfzıssıhha Mektebi yeniden açılmış ve 2011 yılına kadar çalışmalarını sürdürmüştür.
2003 yılı sonrası “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile başlayan sağlık alanındaki yeniden yapılanmanın Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Başkanlığını da etkileyen kararla anılan kuruluşta adım adım bir değişim ve dönüşüm olacağı ortaya çıkmıştır.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, 2 Kasım 2011 tarihinde Resmî Gazete’ de yayınlanan 663 no’lu KHK’nın 26’ncı maddesiyle Sağlık Bakanlığı bünyesinde Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı kurulmuş ve Sağlık Bakanlığı’nın eski yapılanmasında yer alan; Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Kanser Savaşı Dairesi Başkanlığı, Verem Savaşı Dairesi Başkanlığı, Sıtma Savaşı Dairesi Başkanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı bu kuruma bağlı alt kuruluşlardan birisi haline getirilmiştir. Bu haliyle Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Cumhuriyet tarihi boyunca, doğrudan Sağlık Bakanlığı’na bağlı başlı başına özerk sayılabilecek bir kurum iken, 2011 yılında, Bakanlığın bir kurumuna bağlı alt bir birim haline getirilmiş, görevleri de diğer birim ve kuruluşlar arasında paylaştırılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Sağlık Bakanlığı hiyerarşisindeki konumu en alt düzeye indirgenmiş; eski görev ve faaliyet alanları diğer kurumlara dağıtılarak Kuruluşun hem kurucusunun ismi Refik Saydam hem de Hıfzıssıhha ismi yeni yapılanmada yer almamıştır (Resmî Gazete, 2.11.2011 tarih ve 663 sayılı KHK).
Sonuç olarak, Cumhuriyet’in 100. Yılını kutladığımız bu günlerde, koruyucu sağlık hizmetleri alanında başta aşı üretimi olmak üzere; salgın hastalıklarla mücadele, ilaç ve biyolojik ürünlerin kontrolü ve denetimlerinin yapılması, sağlık insan gücü yetiştirilmesi, gıda kontrolü ve beslenme, iklim ve çevre sağlığı ile halk sağlığı laboratuvarlarının işletilmesi alanlarında bütüncül hizmet veren Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı çok değişik sebep ve sonuçları ile tarihsel yolculuğunu tamamlamıştır.
Türkiye’nin sağlık hizmetleri, 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan 1982 yılına kadar devletin sunması gereken bir hizmet olarak kabul edilmiştir.
1980 askeri darbesinden sonra, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sunumundaki temel değişim; hizmet sunumunda özel sektöre öncelikli olarak yer açılmasının sağlanması olmuştur.
1982 Anayasası ile “sağlık reformu” adıyla anılan çalışmalar başlatılmış ve 2000’li yılların başlarında devletin temel sağlık hizmetlerinden çekilmesi anlamına gelecek bir sağlıkta özelleştirmenin de başlatıldığı gözlenmiştir.
58. ve 59. Hükümetlerle birlikte 2002 yılı sonrasında özelleştirme girişimleri daha güçlü bir biçimde yaşama geçirilmeye başlanmıştır. Dünyanın tek kutuplu bir biçim almasından sonra, sağlık artık fiilen bir hak olmaktan çıkarılmış, “Parası olanın parası kadar satın alabileceği” bir meta haline dönüştürülmüştür.
“Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Gerçeği” yazı dizisine başlanmadan önceki süreç ile bir buçuk yıla yaklaşan dizi yayınlarında; çok sayıda doküman, makale, söyleşi ve resmî belge incelenmiş; Hıfzıssıhhanın tarihi ve çalışmaları hakkında hazırlanmış çeşitli görüşleri yansıtan onlarca video izlenerek, gerçekler ve gelinen nokta hakkındaki bilgi ve belgelerin ortaya çıkardığı sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmıştır (Video listesi-2023)
Ayrıca, Sağlık Bakanlığında görev yapmış Bakanlar, Bakan Yardımcıları, Müsteşar, Müsteşar Yardımcıları ve Üst düzey Yöneticiler ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu’nda görev yapmış 100’e yakın eski yönetici ve çalışanlar ile yüz yüze görüşme gerçekleştirilmiştir.
Bu görüşmeler ve yayınlanan bölümlerden çıkan ortak nokta şu olmuştur. Bu ülkenin sağlık alanında en kıymetli kuruluşlarından biri olan Hıfzıssıhha yaşatılamamıştır. Salgın hastalıklar ve koruyucu sağlık hizmeti alanında 83 yılda elde edilen kurumsal hafıza ve insan kaynağı ile bilimsel altyapıyı oluşturan kütüphane ve yayınlar heba edilmiştir.
Sağlık Bakanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı eski ve mevcut yönetici ve çalışanların görüş ve önerileri de aşağıda özet olarak aktarılmıştır.
Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu hakkında; Bakanlık ve Refik Saydam Hıfzıssıhha eski ve mevcut üst düzey yöneticilerin görüşleri nelerdir?
“Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Gerçeği” çalışmasını yapan biri olarak, bu konuya ilgi duymam ve detaylı bir çalışmayı kamuoyunun önüne sermek istedim.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde, 1974-1983 yılları arasında görev yaptım. Daha sonraki yıllarda görev yaptığım Sağlık Bakanlığı Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Temsilciliği’nde çalıştığım yıllarda da Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı konusunda ilgim ve ilişkim hiç kopmadı ve hala devam etmektedir.
Sağlık Bakanlığında göreve başladığım 2 Şubat 1974 tarihinden günümüze yaklaşık 50 yıl geçti. Sağlık Bakanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın son 50 yılda yaşadığı değişim ve dönüşümleri yakından izleme ve ilişki içerisinde bulduğum kendi dönemim yönetici ve arkadaşlarımla konuşma tartışma imkânım oldu.
Hem Sağlık Bakanlığı’nda, Sağlık Bakanlarımız başta olmak üzere en üst düzey yöneticilerle birlikte çalışma imkânım oldu. Hem de Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı yöneticileri ile de yakın iş ilişkileri içerisinde görev yaptım.
“Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” konulu bir yazı dizisi yapmaya karar verdiğimde; Sağlık Bakanlığımızın kurtuluş savaşından günümüze yaşadığı süreçler konusunda kitaplar yazdım. Makaleler yayınladım. Uluslararası alandaki çalışmaların ülkemize yansıtılması konularında fikirler ürettim. Başta Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF olmak üzere Birleşmiş Milletler ile sağlık alanında çalışmalar yapan meslek kuruluşları, yabancı STK’lar ve sağlık alanında değişik görev ve uygulamalar içerisinde yer alan Devletlerin sağlık sistemlerini inceleme ve toplumla paylaşma imkânım oldu. Son salgın hastalık Covid-19 döneminde de hem dünyada hem de ülkemizde detaylı çalışmalar içerisinde bulundum ve çalışmalarımı kamuoyu ile paylaştım. (www.healthworldnews.net)
Ayrıca, İzmirli bir grup medya çalışanları tarafından üzerinde yaklaşık iki yıl süren bir çalışma sonucu hazırlanan “Kaybedilen Değer Hıfzıssıhha Belgeseli” ne danışmanlık yaptım. (www.youtube.com/watch?v=YKQLzZtoh24) Diğer taraftan uzun soluklu ve sabır gerektiren bir çalışma sonucu;
Geçmiş Dönem Sağlık Bakanları, Bakan Yardımcıları, Müsteşarlar, Müsteşar Yardımcıları ve Hıfzıssıhha ile ilgili Genel Müdürler ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebinde çalışmış emekli olan ve halen görev yapan yönetici ve çalışanları ile Hıfzıssıhha’ da görev yapmış başka kurum ve kuruluşlara ve Üniversiteler geçip oralarda çok önemli başarılara imza atmış kişilerle de yüz yüze görüşüp “Hıfzıssıhha Gerçeği” nedir öğrenmeye çalıştım.
1920-1980 yılları arasındaki hizmetler ve çalışmalar
“Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” yazı dizisinde ve Cumhuriyet’in 100. Yılı etkinlikleri çerçevesinde bir kitap olarak yayınlanacak olan bu çalışmada; 1820-1920 Osmanlı İmparatorluğu ve 1920-2023 Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde kısaca 200 yılı geçen sürede; Dünyada ve Türkiye’de yaşanan değişim ve dönüşüm süreçlerinde sağlık, sağlık tarihi, bulaşıcı hastalıklarla mücadele, Osmanlı’dan günümüze aşı üretimi kısaca koruyucu sağlık hizmetleri nasıl yürütülmüş, sistemler nelerden etkilenmiş, sanayi devrimi ile değişen dünyamızda neler dikkate alınmış ya da alınmamış, Osmanlı İmparatorluğu’nun borç batağı ve misyonerlik çalışmaları başta olmak üzere çeşitli değişik nedenler sonucu 623 yıllık İmparatorluk tarih sahnesinden silinmiştir. Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan bir ulusal devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile cephede kazanılan savaşın sağlık, eğitim, ekonomi başta olmak üzere her alanda olağanüstü başarılara imza atılmış ve 85 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti 100 yıllık çınar haline gelmiştir. Hıfzıssıhha gibi kaybedilen değerlerin iyi anlaşılması ve tarihe düşülen bir not olarak akıllarda kalması için burada üç ana başlık altında ortaya çıkan durum paylaşılmıştır.
Türkiye’nin sağlık hizmetleri, 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan 1982 yılına kadar devletin sunması gereken bir hizmet olarak kabul edilmiştir. Hizmetlerde devlet tüm sağlık hizmetlerini halkına ücretsiz olarak sunmuştur.
Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede 554 hekim vardı ve yaklaşık 20 bin kişiye bir hekim düşüyordu, ebe sayısı 136’ydı, 1930 yılına gelindiğinde ise hemşire sayısı sadece 202 olmuştu.
Dr. Refik Saydam döneminde; 1920-1938 yılları arasında birçok alanda yeni düzenlemeler yapılmıştır. O dönemin koşulları dikkate alındığında bu düzenlemelerin yapılmasındaki amaç;
- Savaş sonrası sorunların çözülmesi,
- Nitelik ve nicelik açısından sağlık personelinin desteklenmesi,
- Merkezden köylere doğru bir yapılanma tesisi,
- Koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasıdır.
Bu dönemde başlatılan özellikle sıtma başta olmak üzere, sifilis, trahom gibi bulaşıcı hastalıklarla ilgili olarak gerçekleştirilen dikey örgütlenme bugün de devam etmektedir.
Koruyucu ve tedavi edici genel sağlık hizmetlerinin birlikte sunulduğu Yatay Örgütlenme (Entegre Hizmet) yöntemi uygulanmıştır.
Ayrıca, koruyucu sağlık hizmetleri politikalarına uygun doktor, sağlık memuru ve hemşire yetiştirmek, mecburi hizmet getirerek ve tüm atanma ve nakilleri Sağlık Bakanlığında toplayarak dağınıklığı önlemiştir.
1940’lı yıllarda: Bulaşıcı hastalıklarla mücadelede sağlanan başarı, başarıya inanmış bir ulusal devletin çalışanlarının gayretleriyle olmuştur. Ülke genelinde sağlık merkezlerinin kurulması, Sağlık Bakanlığı’nın tedavi hizmetlerinde de rolünü etkinleştirmeye başlayarak hastaneleri de kendine bağlaması ve yeni hastaneler (numune hastaneleri) açması bu dönemin öne çıkan gelişmeleridir. Devletin rolü sağlık, eğitim, sosyal hizmet alanlarında önemsenmiş, “sosyal devlet” sahnedeki yerini almıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yönetim anlayışı bu dönemi, 1970’li yıllara kadar “altın çağ” olarak adlandırmıştır.
1960’lı Yıllar “Sağlıkta Sosyalizasyon”: Türkiye 1960’lı yılların başına bir askeri darbe ile girdi. Bu dönem, Cumhuriyet için sağlık açısından yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul görmüştür. Dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nusret Fişek’in kurduğu bu yeni ve kapsamlı sağlık hizmeti modeli, dünyadaki sağlık sistemleri hastanelere odaklanmışken dönemini aşan bir örgütlenme modeli getiriyor ve birinci basamak sağlık hizmetlerine ve koruyucu hekimliğe yöneliyordu. Bu model sağlık hizmetlerinin “sosyalleştirilmesini” öngörüyordu. Sosyalizasyon, sağlığı sadece tedavi boyutuyla ele alan anlayışın çok çok ötesinde bir bütünlük içinde ele alıyor ve sadece tıbbi boyuta indirgemiyordu. Modelin ilkelerinden bazıları şunlardı: Eşit ve sürekli hizmet, entegre hizmet, kademeli hizmet, katılımlı hizmet (hizmete toplum katılımı), nüfusa göre hizmet, ekip hizmeti, basamaklı hizmet ve sevk sistemi, sürekli eğitim, alt yapı temini, planlama ve değerlendirme üst kurulları. (Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’un Cumhuriyet’in 100. Yılı)
1980’li yıllarda, sağlık sistemleri alanına yeni bir anlayışın hâkim olduğu görüldü. Dünyada 1970’li yıllarda başlayan yapısal sorunlar, bu sorunların aşılması için sağlık alanı başta olmak üzere devletin mal ve hizmet üretimindeki rolünün gözden geçirilmesi gerektiğini ifade eden bir anlayışı getirdi. Bu anlayışa göre sağlık alanında özel sektör teşvik edilmeli, kamunun sağlık alanındaki rolü değiştirilmeli, kamu sağlık kurumları “piyasada rekabet edebilir” hale getirilmeliydi. Türkiye 24 Ocak kararlarıyla kapı ve pencerelerini bu politikalara açtı ve sağlık alanında dünyada ve ülkemizde esen yeni liberal rüzgârlarla bir neoliberal anlayış hâkim oldu. Bu süreçte “sağlık reformları” çalışmaları yapılması için ilk adım da atılmış oldu.
Sağlık alanında önemli bir yasa olan düzenleme ile 1987’de çıkartılan “kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşlarının kamu tüzelkişiliğini haiz sağlık işletmesine dönüştürülebilmesi” sağlandı (3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu). Dünya Bankası sağlık alanının artık önemli bir aktör haline geldi. Türkiye, Dünya Bankası’ndan 1989-1997 yılları arasında “sağlık, beslenme ve nüfus” konularında projeler yapmak için toplam 239,5 milyon dolar tutarında üç kredi alarak reform çalışmaları başlattı ve yürüttü. Kamu hastanelerinin “özerkleşmesi sağlanacak”, “kendi kaynakları hakkında karar veren ve bu kaynakları kullanan işletmeler” haline getirilecek, hastane çalışanları, bu işletmelere “katkıları” oranında ücretlendirileceklerdi. Genel Sağlık Sigortası kurulacak, aile hekimliği sistemine geçilecekti. Yol haritası 2000 yılına kadar reformun tamamlanmasını öngörüyordu (Covid-19 Pandemisi Sürecinde Kamu Hastaneleri). Sonraki yıllarda hükümetler değişse de sağlıkta reform hazırlıkları değişmiyor, yasa taslakları ardı ardına hazırlanıyor, iktidara gelen partilerden bağımsız olarak süreç devam ediyordu.
1980-2002 yılları arasında görev yapan ve çalışanların ortak görüşleri
1980-2002 yılları arasında görev yapan yöneticiler ve çalışanların görüşleri çok farklı gibi görünmesine rağmen birleştikleri nokta; Hükümetlerin sık sık değişmesi, aynı partiden görev getirilen Bakanların bile yönetim kademesinde hizmet veren üst düzey yöneticileri değiştirmesi, liyakate önem verilmemesi, görevde bulunan yetkin kişilere değer verilmemesi, siyasilerin atamalara karışmaları, eş-dost aracılığı ile atamaların yapılması, ast-üst arasındaki dengelerin bozulmasına göz yuman yöneticilerin tutumları, devlet işlerinde ahbap-çavuş ilişkileri, devlet memurluğundan parti memurluğuna geçiş yapılması gibi durumların yanı sıra yetersiz bütçe ile yeni teknoloji ve bilgiye ulaşım konusunda büyük aksaklıklar yaşanması en önemli problem olarak görülenler arasındadır.
Bu dönemde karar vericilerin atadığı yöneticilerin de hem eğitim, bilgi ve birikim yönünden hem de devlet yönetimin gerektirdiği koşulları taşımaması yönünden Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Başkanlığında sorunlar had safhaya getirilmiştir. İyi niyetli ve yetkin yöneticilerin gayretleri ile başlatılan teknolojik yenilenme ve insan kaynağının korunması ve eğitimi konuları da karar vericilerin meseleyi şahsi algılamaları, tehlikenin farkında ve bilincinde olmamaları, dünyadaki ve ülkemizdeki değişim ve dönüşümlerin olamayacağı konularındaki davranış biçimleri ülkemizdeki birçok kurum ve kuruluş gibi Hıfzıssıhha’yı da yakından etkilemiştir.
2002-2023 yılları arasında görev yapan ve çalışanların ortak görüşleri
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında yaşamlarını kaybeden 100 milyondan çok fazla sivil ve asker, bunların dört-beş katı insanın sakat kalması, çocukların yetim ve öksüz, kadınların eşsiz kalmaları, milyonlarca insanın evsiz-barksız kalmaları, ekonomilerin çöktüğü, ticaretin durduğu, teknolojilerin insan yararına değil zararına kullanılması tüm insanlığı yakından ve derinden etkilemiştir. Bu savaşlarda en büyük zararı görenler arasında ülkemiz insanları da yer almaktadır. İşte böyle bir son yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti de çok önemli değişim ve dönüşümlerden geçmiştir.
İsviçre’nin Lozan kentinde 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Anlaşma ile bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettiren Türkiye Cumhuriyeti, arada geçen 100 yılda 13 milyon olan nüfusu günümüzde 85 milyonu geçmiştir. Osmanlı da okuma yazma oranı yüzde 3 civarında iken günümüzde okuma yazma oranı yüzde 97’yi geçmiştir. Bu gösterge bile ülkemiz açısından çok şey ifade etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, dünyada geleneksel tıp Çinlilerin, batı tıbbı dediğimiz tıp ta Avrupa Devletleri’nin sultası altıdaydı. ABD sağlık ve tıp alanında önemli atılımlarını ve Amerikan tıbbının dünyaya yayılmasını 1900’lü yılların başlarında desteklemeye başladılar. Sanayi devrimi sonrası buharlı makinaların devreye girmesi, ülkeler arasında ulaşımın artması, ticaretin yaygınlaşması sonucu salgın hastalıklarla mücadelede yeni bir yol ve yöntemin belirlenmesine ABD öncülük görevini üstlendi. Sağlık ve tıp alanındaki gelişmeleri, bundan uzun vadeli kazanç elde etmenin yollarını aramaları Türkiye ile yollarının kesişmesine yol açtı. Türkiye’de izlenen sağlık politikalarına Rockefeller ailesi destek verdi. Hıfzıssıhha Enstitüsü, Ankara Numune Hastanesi, Etimesgut ve Edirnekapı Sağlık Dispanserleri dahil Ankara Tıp, Hacettepe ve ODTÜ Üniversitelerinin kurulmasına maddi destekler sağlandı. Sonuç olarak sağlık ve tıp alanındaki eksen ABD’nin tıp ve sağlık alanındaki uygulamaların ülkemizde de uygulanmasına geçildi.
Cumhuriyet’in ortaya koyduğu değerler, sağladığı imkanlar sayesinde bir asıdır bir ulus devlet olarak çok önemli kazanımlar elde ettik. Devlet idaresinde yaşanan olumlu ve olumsuz değişim dönüşümler de toplumumuzu yakından etkiledi. İkinci Dünya savaşı sonrası, ABD ile ilişkilerimiz başta olmak üzere yabancı devletlerle olan ilişkilerimizde önemli başarı ve başarısızlıklarımız oldu. Ülkemiz yeni kurulan BM, NATO, Avrupa Konseyi gibi birçok uluslararası kurum ve kuruluşlara üye olarak çağdaş bir ülke olmanın savaşını verdi.
“Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” başlığı altında yazılanların bu çerçevede görülüp değerlendirilmesi gerekir. Türkiye 1960’lı yıllarda başlayıp her on yılda bir yapılan askeri darbeler ve en son yaşanan 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ile ülkemiz üzerinde özellikle başta ABD olmak üzere yabancı ülkelerin emelleri doğrultusunda yaşananlar göz ardı edilmemelidir. Lozan anlaşmasına taraf olan ülkelerin, Türkiye’nin gelişimi ve değişimine olumlu bir gözle bakmadığı gerçeği de ortadadır. Sonuç olarak, Türkiye’nin kuruluşundan, ikinci dünya savaşı sonuna kadar gelişen, değişen, saygın bir uluslararası politika izleyen ülkemiz üzerinde, 1947’li yıllar sonrası ABD ile ülkemiz arasında imzalanan Truman Doktrini ve Marshall Planı anlaşmaları günümüze kadar yaşadığımız sorunların başlangıç ve ana nedenleri arasındadır. Ayrıca, 2003 yılında başlatılan Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan savaşlar ve iktidar değişimleri ile ortaya çıkan sorunlar ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir.
Sağlık Bakanlığı, 2002-2023 yılları arasında çok önemli değişim dönüşüm gerçekleştiren bakanlıklar arasındadır. Konumuzun genel çerçevesi Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın uğradığı değişim ve dönüşümdür. 2011 yılında 663 sayılı KHK ile Sağlık Bakanlığı, Hıfzıssıhhanın da içerisinde yer aldığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığına dönüştürülmüş, 2017 yılında gerçekleştirilen yeni bir yapılanma ile Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bu değişim ve dönüşümler sonrası 1600 kişiden fazla çalışana sahip Hıfzıssıhha personelinin bir kısmı emekli olmuş, bir kısmı başka kurum ve kuruluşlara geçmiş, bir kısmı özel sektörde kendine yer bulmuştur. Mevcut yapıda görevlerini sürdüren eski Hıfzıssıhha kökenli yönetici ve çalışanlar ile yapılan görüşmelerde ortaya çıkan tablo şöyle özetlenebilir; (Resmî Gazete, 2.11.2011 tarih ve 663 sayılı KHK).
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, ilk kurulduğu yıllardan 1980’li yıllara kadar koruyucu sağlık hizmetleri ve tedavi hizmetlerini devlet eliyle yerine layıkıyla getirmiş bir kuruluştu.
3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçim sonrası kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti “Sağlık Alanında Acil Eylem Planını” açıkladı.
“Etkin ve kaliteli bir sağlık sistemi oluşturma, herkesin temel sağlık ihtiyacını özel sektörle iş birliği yaparak yerine getirme, ülkemizde sağlık hizmetlerinin yurt düzeyinde dağılımını dengeli hale getirme” hedefleri çerçevesinde, bir yıl içinde: Devlet hastaneleri, sigorta hastaneleri, çeşitli kuruluşlara ait hastanelerin ayırımını kaldırmaya dönük çalışmalar başlatılarak;
“Hastanelerin idari ve mali yönden özerkliğinin sağlanması; Genel Sağlık Sigortası Sistemi kurulması; Aile hekimliği uygulamasına geçilmesi ve sağlam bir sevk zinciri oluşturulması; Koruyucu hekimlik uygulamasının yaygınlaştırılması; Özel sektörün sağlık alanına yatırım yapmasının özendirilmesi sağlanacaktır” denildi ve kısa bir süre sonra da Sağlık Bakanlığı “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde 8 başlık altında yapılacak reformlar açıklandı.
- Planlayıcı ve denetleyici bir Sağlık Bakanlığı
- Herkesi tek çatı altında toplayan Genel Sağlık Sigortası
- Yaygın, erişimi kolay ve güler yüzlü sağlık hizmet sistem
- – Güçlendirilmiş temel sağlık hizmetleri ve aile hekimliği
- – Etkili, kademeli sevk zinciri
- -İdari ve mali özerkliğe sahip sağlık işletmeleri
- Bilgi ve beceri ile donanmış, yüksek motivasyonla çalışan sağlık insan gücü
- Sistemi destekleyecek eğitim ve bilim kurulları
- Nitelikli ve etkili sağlık hizmetleri için kalite ve akreditasyon
- Akılcı İlaç ve Malzeme Yönetiminde Kurumsal Yapılanma
- – Ulusal ilaç kurumu
- – Tıbbi cihaz kurumu
- Karar Sürecinde etkili bilgiye erişim: Sağlık Bilgi Sistemi”
(Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’un Cumhuriyet’in 100. Yılı
Sağlıkta Dönüşüm Programı, 58. ve 59. Hükümetler döneminde 8 maddeden oluşan acil eylem planları 11 başlık altında uygulamaya konuldu.
- Sağlık Bakanlığının idari ve fonksiyonel açıdan yeniden yapılandırılması
- Tüm vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamı altına alınması
- Sağlık kuruluşlarının tek çatı altında toplanması
- Hastanelerin idari ve mali açıdan özerk bir yapıya kavuşturulması
- Aile hekimliği uygulamasına geçilmesi
- Anne ve çocuk sağlığına özel önem verilmesi
- Koruyucu hekimliğin yaygınlaştırılması
- Özel sektörün sağlık alanına yatırım yapmasının özendirilmesi
- Tüm kamu kuruluşlarında alt kademelere yetki devri
- Kalkınmada öncelikli bölgelerde yaşayan sağlık personeli eksikliğinin giderilmesi
- Sağlık alanında e-dönüşüm projesinin hayata geçirilmesi
Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde başlatılan çalışmalarda muhalefet partileri, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ile ilişkiler kurulmadı veya kurulamadı. 1990’lı yıllarda başlayan ve 2000 yıllara kadar sürdürülen sağlık reform çalışmaları ile oluşturulan altyapıdan yararlanıldı. (Prof. Dr. Sabahattin Aydın, Sağlıkla Yaşamak 2. Kitap)
Uygulamalar Türkiye için bir ilkti ve muhalefet, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları işe karıştırılmadığı için çok eleştiriler aldı. Bu program çerçevesinde atılan her adımın kazanılmış bir özlük hakkının geri kaybedilmesi, çalışma biçimlerinin değişimi ile iş güvencesi ve mesleki bağımsızlığın, performansa dayalı ücretlendirme ile de sağlık hizmetlerinde ekip ruhunun zedelendiğini ve çalışma huzurunun bozulduğunu, hastaların müşteri olarak görüldüğünü, “rekabet” ve “kâr” yönelimli bir sağlık sistemi oluşturulduğu zamanla ortaya çıktı. (Doç. Dr. Cavit Işık)

Son 21 yılda, dört Sağlık Bakanı (Prof. Dr. Recep Akdağ, Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Dr. Ahmet Demircan ve Dr. Fahrettin Koca) görev yaptı. Prof. Dr. Recep Akdağ döneminde başlatılan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile sağlık ve tıp alanında çok büyük değişimler yaşandı. Sağlık Bakanlığı’nın teşkilat yapısı ve hizmet verme biçimi bu dönemde değişti.
Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, 1928 yılında kurulan Hıfzıssıhha Müessesi 83 yıllık bir çalışma sürecinden sonra 2011 yılından itibaren tarih arşivlerinde yerini almıştır.
Bu dönemde görev yapan Sağlık Bakanları ve Bakan Yardımcıları ile üst düzey yöneticiler ve çalışanlarla yüz yüze yapılan söyleşiler ile karar vericilerin yazılı ve görsel medyada yaptıkları açıklamalar da göz önünde bulundurulduğunda; Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın kapatılmadığını, Bakanlık teşkilatında yapılan değişimler sonucu anılan kuruluşun görev, yetki ve sorumluluklarının başka kuruluşlarla daha etkin hale getirildiğini ifade etmektedirler. Görüşmelerde ifade edilen olumlu-olumsuz ve ortada ifadeler aşağıda başlıklar halinde özetlenmiştir.
Hıfzıssıhha Mektebinin 1936 yılında açılıp çok önemli ve yararlı hizmetler sonrası Bakan onayı ile 1983 yılında kapatılmasından sonra, 2003 yılında Bakan onayı ile yeniden açılıp 2011 yılına kadar “Sağlıkta Dönüşüm Programının” altyapısını oluşturan insan kaynağının yetiştirilmesi; saha araştırmalarının yapılması; kaynak bilgi, belge ve dokümanların kuruluşlar arasında paylaşılması; uluslararası kurum ve kuruluşlarla ilişki kurabilecek personelin yetiştirilmesi gibi alanlarda hizmet vermiştir. 2011 yılı sonrası Bakanlıkça yeniden yapılanma sonrası Hıfzıssıhha Mektebinin görevleri Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğüne ve 2014 yılında da yeni oluşturulan TÜSEB’e (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı) verilmiştir.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Başkanlığında görev yapan bir başka yönetici de Hıfzıssıhha’ nın tarihini yaşatacak bir müze ve kapatılan kütüphanenin yeniden hizmet verebilmesi için kütüphane kurulmasını istemiş fakat başarılı olamadığını dile getirmiştir. 2011 yılında çıkarılan yasa ile yapılan değişim ve dönüşüm sırasında kendisi ve hıfzıssıhha çalışanlarının görüşünün de alınmadığını da dile getirmiştir.
Görüştüğüm eski Sağlık Bakanları ve diğer yetkililer ile çalışanlara sorduğum can alıcı bir soru da “Sağlık Bakanlığı tarihine bakıldığında, 14 yıl 6 ay görev yapan Dr. Refik Saydam ile Hıfzıssıhha” adlarının yeni yapılanmalarda neden kaldırıldığı veya bir birimin başına bu isimlerin konulmadığı sorularına da epeyce düşündükten sonra verdikleri cevaplar da çok düşündürücüdür. Bir grup, evet haklısınız. Refik Saydam gibi sağlık tarihine damgasını vurmuş birinin isminin örneğin Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün önüne koyulabilirdi. Hıfzıssıhhanın adı yeni kurulacak olan ve inşaat devem eden “Türkiye Aşı ve Biyoteknolojik Ürün Araştırma ve Üretim Merkezi” nin önüne konulacak gibi cevaplar aldım.
Ayrıca, bir başka yönetici de 100 yıla yaklaşan Sağlık Bakanlığı yapılanmasına bakıldığında; Numune Hastaneleri, Verem Savaş, Sıtma Savaş, Kanser Savaş, Temel Sağlık Hizmetleri, Tedavi Hizmetleri, Ana Çocuk Sağlığı, Hıfzıssıhha Kütüphanesi ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Başkanlığı gibi kurumların, kurumsallaşmış yapıların ve isimlerin politik nedenlerle ortadan kaldırılması, kurumsal kimliğin ve kurumsal hafızanın kaybıdır ve bu durum ülkemiz için yararlı olmamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1998’e kadar Hıfzıssıhha’ da 18 aşı üretilmişti. BCG aşısının üretimine de 1998’de son verildi. 2002 yılı sonunda kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti’nin; Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde aldığı temel karalardan biri de devletin aşı üretmemesi, aşıyı özel sektörün üretmesi, aşı ihtiyacının da yurtdışından temin edilmesinin ülke bütçesi açısından daha uygun olacağı karardır. Covid-19 salgını yaşayan ülkemiz insanlar da aşının stratejik bir silah olduğunu hep ifade etmişlerdir.
İş yaşamına 1980’de Hıfzıssıhha’ da Asistan olarak başlamış ve 30 yıl çalıştıktan sonra özel sektöre geçerek çalışmalarını halen aynı konularda sürdüren bir yetkili de; Hıfzıssıhha’ nın aslında kapatılmadığını, bir kuruluşun çatısı altında sürdürülen hizmetlerin çok farklı kuruluşlar arasında paylaştırıldığını dile getirmiştir. Bu hususu da şöyle açıklamıştır.
- Gıda ve Beslenme konuları Tarım Bakanlığı Koruma kontrol Genel Müdürlüğüne,
- İlaç ve tıbbi cihaz konuları yeni kurulan Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna,
- Zehir Danışma Merkezleri yeni kurulan Halk Sağlığı Genel Müdürlüğüne
- Koruyucu ve Temel Sağlık Hizmetleri, Çevre sağlığı ve Laboratuvar hizmetleri de Halk Sağlığı Genel Müdürlüğüne
- Aşı üretimi ve Ar-Ge çalışmaları TÜSEB (Türkiye Aşı Enstitüsü Başkanlığına)
- Hıfzıssıhha Mektebi’nin görev ve yetkileri de Üniversitelerin Tıp Fakülteleri (Halk Sağlığı Anabilim Dalı) ve Sağlık Bilimleri Fakültelerine verilmiştir.
2011 yılında yapılandırılan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığında görev yapan bir yetkili yaptığı açıklamada; Başkan Yardımcılıkları, Kurum Başkanlığına bağlı Daire Başkanlıkları ve bu kuruluşlarda çalıştırılacak uzman ve uzman yardımcılıkları oluşturulmuş,1000 civarında da kadro tahsis edilmişti. Buralara gerçek uzmanlar atanmamış ve uzmanlık eğitimleri de yapılamamıştır. Hıfzıssıhha Başkanlığı’nın 1600’den fazla personel vardı. Bu yeni yapılanma sonucu bu personelin 1500’e yakını Ankara Sağlık Müdürlüğü emrine atanmıştır. Uzman kişiler ve birikim sahibi deneyimli yöneticiler istemedikleri yerlerde çalışmak zorunda kalmış ve küstürülmüşlerdir. Bu bir kurumun kimliği ve hafıza kaybına neden olmuştur. Ayrıca, Refik Saydam ve Hıfzıssıhha isimlerinin kaldırılmayıp, onurlandırılması gerekirdi, ama olmadı dedi.
Cumhuriyet’in 100 yıllık geçmişi ve ikinci yüzyıla başlayışında sağlık, sosyal devletten uzaklaşan, sağlık hizmetlerinde küresel kapitalizmin çizdiği bir yolu tercih eden bir hatta ilerlediği konuyu bilenler tarafından ifade ediliyor. Bu yol kamu sağlık hizmetlerini piyasa dinamikleriyle ıslah etmeyi, sağlık kavramını da bu yönde şekillendirmeyi amaçlıyor. Cumhuriyet’in 100. yılında sağlık alanında devletin rolü özel sektörü koruma ve kollamayla şekilleniyor, tıpkı çevre ve eğitim gibi alanlarda olduğu gibi. 100 yılda sağlık alanında değişen nüfus, toplumsal yapı, kentler, teknoloji, ulaşım, eğitim, ekonomi, çevre, sağlık insan gücü ve daha birçok etkiyle farklı bir noktada yaşamımızı sürdürmemiz gerektiği ortadadır.
Yazan ve yayına hazırlayan Bekir Metin, Ankara, 15 Kasım 2023
Dizinin 23. Yazısı: Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebi yaşatılsaydı, Covid-19 aşısı başta olmak üzere diğer aşı ve serum üretimleri ile koruyucu sağlık hizmetleri ne seviyede olurdu?
Kaynakça:
Aydın Sabahattin Prof. Dr., Akademi, Bürokrasi, Siyaset Sarmalında Sağlıkla Yaşamak 2. Kitap, Politika Notları II. Medipol Üniversitesi Yayını, 2022 baskı, İhlas Gazetecilik A. Ş. Matbaası, S. 162-180
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), R.G.1942
Doğan Ali Eren, Hıfzıssıhha Okulu, 2005
Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun, R. G. 1941
Karcıoğlu Öztürk. COVID-19 Pandemisi Sürecinde Kamu Hastaneleri
Kaybedilen Değer Hıfzıssıhha Belgeseli”, Erişim tarihi: 01 Ekim 2023 www.youtube.com/watch?v=YKQLzZtoh24)
Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Yönetmeliği, Resmî Gazete, 19 Ekim 1982
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın, 181 sayılı KHK ile kurumun adının değiştirilmesi, Resmî Gazete, 14.12.1983
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ile ilgili çekilen Videolar-Filmler, 15 Ekim 2023
Yavuz Cavit Işık, Doç. Dr. Cumhuriyet’in 100. Yılı nedeniyle kaleme aldığı yazı. TTB-Tıp Dünyası, 17 Ekim 2023
3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu. Resmî Gazete Tarihi: 15.05.1987 Resmî Gazete Sayısı: 19461
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı’nın kurulması, Resmî Gazete, 2.11.2011 tarih ve 663 sayılı KHK.
Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ile ilgili çekilmiş Videolar ve Filmler
Kaybedilen Değer Hıfzıssıhha Belgeseli (Nihan Ertem, 10 Ekim 2023)
https://www.youtube.com/watch?v=YKQLzZtoh24&t=963s
Turkovac Aşı Reklamı (8.6.2022)
Turkovac Aşı tanıtım Filmi (15 Mart 2022)
Aşı Çalışmaları; Hıfzıssıhha Enstitüsü Başkanlığı hk kanun teklifi (Dr. Murat Emir ile söyleşi)
https://www.youtube.com/watch?v=Jw_B0TOYpVU (Aralık 2021)
Hıfzıssıhha Yeniden Açılıyor! (Hıfzıssıhha Türkiye Aşı ve Biyoteknolojik Ürün Araştırma ve Üretim Merkezi’nin ihalesi) (23 Ara 2021)
https://www.youtube.com/watch?v=i_hxurw7Z4Q
Türk Halkının sağlığının sigortası Hıfzıssıhha Enstitüsü neden kapatılmıştı (23 Eki 2021)
https://www.youtube.com/watch?v=NHbdwJT3uyg
Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü neden kapatıldı? – Habere Doğru (1 Nisan 2021)
https://www.youtube.com/watch?v=Y5knC38pAv4
Türkiye’nin ilk Aşı Üretimi | Hıfzıssıhha Enstitüsü (Mart 2021)
https://www.youtube.com/watch?v=yOHATKeJ0Zk
Pandemi Gündemi ve Hıfzıssıhha Enstitüsü! (Hüseyin Baş-8 Ocak 2021)
https://www.youtube.com/watch?v=y9mMd0WYpxM
Geldiğimiz Son Nokta, Refik Saydam ve Hıfzıssıhha Enstitüsü (7 Ocak 2021)
https://www.youtube.com/watch?v=JuMkPhJB05I
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Yeniden Açılsın (TTB-6.1.2021)
https://www.youtube.com/watch?v=LgpQrhVCsVc
Hıfzıssıhha Enstitüsü Yeniden İhya Edilmelidir. (3.6.2020)
https://www.youtube.com/watch?v=-622j6acrTw
Adını çok duyduğumuz Hıfzıssıhha nedir? (15 Mayıs 2020)
https://www.youtube.com/watch?v=zJHMJ_nJXTk
Hıfzıssıhha Enstitüsü Bozkırın ortasındaki deva (19 Nis 2020)
(https://www.youtube.com/watch?v=vr81XiXYSNc)
Hıfzıssıhha Enstitüsü Kapatıldı mı?(Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ- Kemal Öztürk)
https://www.youtube.com/watch?v=xKPRgEWx7fQ (8 Nis 2020)
Kuruluşundan Kapatılışına Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (8.4.2020)
https://www.youtube.com/watch?v=RFGxo_Pyeqs
Yerli ve Milli Aşı! (28 Mar 2020)
https://www.youtube.com/watch?v=u3Li882uOj8
AKP iktidarı, 2011 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatmasa, aşı üretimi nasıl olurdu? (Barış Doster, 25 Mart 2020) https://www.youtube.com/watch?v=pMSanO9jLuQ
Aşı fabrikası kurulmasını engelleyenlerin çıkarları neler? – Kulis (Dr. Erol Afşin-20 Kasım 2019)
https://www.youtube.com/watch?v=4zlyvX93vxs&t=952s
Not: Buradaki bilgi ve belgeler kaynak kullanılarak alıntı yapılabilir. Yazının tüm hakları konuyu hazırlayan ve yazan Bekir Metin’e aittir. Bu yazı dizisine 01 Haziran 2022 tarihinde başlandı.