Yeni Çağda Seçim Nasıl Kazanılır!
Postmodern Siyaset Pazarlaması-Yeni Çağda Seçim Nasıl Kazanılır?”
Artık kimse modernizmin yıllar içerisinde kazandırmış olduğu eleştirel bakışı, olaylara rasyonel yaklaşımı kullanmaya gerek duymuyor, verileri kontrol etmeyi, doğrulamayı ya da yanlışlamayı düşünmüyor. Onun yerine tamamıyla duygularla ve inançlarla hareket ediliyor. Günümüzde analitik çözümleme, yerini katılaşmış inançların sürekli olarak onaylanmasına bırakmış durumdadır.
İşte, akıl ve insanın ön plana çıkarıldığı, din ve geleneğin arka plana atıldığı süreçlerin var olduğu tarihsel ve siyasal bir dönem olarak bilinen modernite, 15., 16. ve 17. yüzyılda Batı’da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemin önemli yol taşları olarak, Aydınlanma ile başlayan Reform, Rönesans, Fransız İhtilali ve Endüstri Devrimi sonucu doğan endüstriyel kapitalizm ile günümüze kadar bizleri getiren insanlık tarihinin açık ve net bir dönemi ve çizgisel bir zamanı olarak kabul edilebilir. Bu gelişmelerin etkisi ile oluşan bir dönüşümle ortaya çıkan ve beş yüz yıldır “Batı dünyası” nda hüküm süren modernite, zamanla dünyanın geri kalan kısmı için de yayılma ve evrensel olma özelliğini taşımıştır. Dünyanın Avrupa sömürge yönetimi biçiminde Batılılaşması görünüşe göre bu dönem 1914’te tamamlanmıştır.
Arnold Toynbee, Modern dönemin 1. Dünya Savaşı’yla sona erdiğini, bundan sonraki dönemin postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez postmodern terimini kullanmıştır.
Modernite denilince akla, “dini inançların zayıflamasıyla oluşan gerilimler ve sıkıntılar, kapitalizmle gelen metalaşma ve piyasaların genişlemesi, kitle kültürünün etkisinin artması, bürokrasinin işgal ettiği özel hayat ve cinsiyetler arası ilişkiler üzerine değişen düşünceler” gelir.
Postmodernizm ise, bugünkü haliyle 1970’li yıllarda Fransa’da gelişmiş ve 1980’li yıllarda yaygınlaştırılmıştır. Postmodernizmin babası olarak da bir Fransız aydını olan François Lyotard gösterilir. Postmodernizm, dolaylı olarak da olsa parçalılık özelliği ile liberalliğe ve muhafazakarlığa özgürlük alanları yaratarak hizmet etmiştir. Farklılıkları kabullenip görünür kılması gibi, siyasal taleplerini de dikkate almayı kabul eder. Bireyin siyasal özne olmasına dayanan demokrasi yerine, cemaat ve kabile odaklı demokrasiyi tercih etmiş olması dinsel inançların ve siyasetin önemini artırmıştır.
Bu arada, postmodern insan, yüzyıllardır devam eden tutarlılık arayışından, tek bir kimliği kalıba dökme çabasından, bütünsel bir görüşe ulaşma gayretinden sıkılmasının bir sonucu olarak, yaşanan anın taleplerini karşılamaktan başka hiçbir yol gösterici ilkeyi tanımayan bir deve kuşu olarak nitelendirilirse çok da yanlış olmaz.
Bugünkü tema “postmodernizm”dir.
Yavuz ODABAŞI’nın (Prof. Dr.) ilk basımı Aralık 2022’de yapılan “Postmodern Siyaset Pazarlaması-Yeni Çağda Seçim Nasıl Kazanılır?” adlı eserini inceleyip derledim öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum ve paylaşıyorum.
* Modernleşme süreci Batılı olmayan ülkelerde kendiliğinden gelişmediği için bir müdahale ile baskıcı bir biçimde ve genellikle de tepeden, öncü aydınlar aracılığıyla yapılma özelliği taşır. Tarihçi Toynbee’ nin açıkladığı gibi, “Batı toplumları güçlü ve büyük bir burjuva sınıfı yarattılar ve ondan sonra modern oldular.” Öte yandan Türk modernleşmesi, Batıda olduğu gibi burjuvanın güçlenmesi ve etkileşiminden ziyade bürokrasinin önderliğinde bir süreç olarak gerçekleşmeye başladı.
* Modernleştirme türü süreçlerin ortaya çıkardığı temel paradigma çabaları bu özelliğini kaybetmeye başlayarak yeni bir paradigmaya doğru dönüşüyor. Modernizmi tamamlayamadan postmodernitesini yaşamaya çalışan Türkiye, sermaye-üretim-tüketim eksenli mekanik sanayilerini ya da endüstri devrimini tamamlayamadan postmodern dünyada esen rüzgarların etkisinde kalmıştır. Avrupa’nın 500 yılda gerçekleştirdiği değişim ve dönüşümü çok daha kısa bir zaman diliminde gerçekleştirmeye çalışan ülkemiz, postmodern dünya ile tanıştı. Modernleşmenin hızına geç kalıp yetişemeyen, modernleşmesini tamamlayamayan bizim gibi ülkeler bu durumda tedirginlik, garipseme, sınıfsal, kültürel ve ekonomik şaşkınlık, bocalama ve hatta gerilimler içinde kaldı.
Ülkemizdeki modernleşme serüveni zaman zaman gerilimli, çatışmalı ve engebeli bir yol izlemektedir. Bunun en önemli nedenleri, örnek aldığımız modernizmin oluşmasına katkıda bulanan Aydınlanma, Reform, Rönesans ve Endüstri Devrimi’ni Batı gibi zamanında yaşamamamız ve oluşan değerleri, kültürü içselleştiremememizdir. Bu durum bizim gibi modernizmi geç yakalamaya çalışan ülkelerin de kaçınılmaz bir kaderi olarak görülebilmektedir.
*Aydınlanma çağını yaşamayan, paradigma değişimini zamanında algılayamayan Osmanlı İmparatorluğu’nun dönüşümü yaşayamadığı bir gerçek. Türkiye’nin bu konuda dünyadan farklı bir yol ve değişim içinde olduğu görülür. Bazı konularda değişim ileriye, bazı konularda geriye doğru oluyor. Ne tam olarak geleneksellikten kurtulan ne de tam olarak modernleşmesini tamamlayan Türkiye, modern ile postmodern arasında gidip gelen bir arafta kalmışlık, melez yapılanma, ara yerdelik, bulanık su birikintileri gibi, netleşmeyen, sıkışmış bir görünüm göstermektedir siyaset alanında da.
* ABD Başkanı Reagan’ın adıyla anılan Reaganizm dönemi bu ve benzeri uygulamaları ile ABD başta olmak üzere -gecikerek de olsa- Avrupa ülkelerinde refah devleti tasfiye edilmeye ve yerine neoliberal ekonomi uygulamaları koyulmaya başlandı. O günlerden bu yana, modernizm ile umulan ve kısmen de gerçekleşebilen, eşitsizliğin, yoksulluğun azaltılmasına ve özgürlüğün kazanılmasına yönelik doğrusal ilişki ters bir nitelik kazanmaya başladı. İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde Thatcherizm, ülkemizde de 1980’lerde Özalizm olarak adlandırılarak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yaşanmaya başladı neoliberalleşme. Şirketlerin serbest hareketini, devlet müdahalesinin azaldığı, ekonomik rekabetin sorunlara çözüm olacağı bu ekonomik uygulama, değişim için tüm baskılara rağmen 1980’den beri hükmünü sürdürüyor.
* Çağımız düşünürlerinden Featherstorıe’un da açıklamaya çalıştığı “Postmodernistlerin sayısı kadar postmodern tanım vardır” görüşü tek bir postmodernizm teorisinin olmadığının doğruluğunu kanıtlamaktadır. Postmodernist görüş ve yorumlara sahip olup da postmodern değilim diyen düşünürler de oldukça fazladır. Postmodernizm için her şeyi kucaklayabilecek tek bir geçerli tanım ne yazık ki yapılamaz. Tek bir tanım gerçekleştirmek oldukça zor olduğundan tanımlar o kadar uzatılabilir ki ne sayfalar ve kitaplar ne de yorumlar ve anlatılar yeter! “Postmodernizm modernliğin geride kaldığını iddia eder ve modernizme karşı bir tepki, bir ret olduğu kesindir” görüşü de vardır.
* Modernizmi önerdiği kültürel derinlik, birlik, bütünlük ve tutarlılık yerine parçalılık halinde ortaya çıkacak çoğullaşma, çeşitlilik, farklılık, süreksizlik anlayışı ve uygulamaları yer alır; bu da postmodernizmin temel karakteristikleri olarak kabul edilir.
* Dünya, son iki yüz yıl içinde önce modernist, sonra ise postmodern paradigma kaymasına sahne oldu. Bugünlerde moda olan ve bugün aynı derecede söyleme dayanan paradigma, hemen hemen her konuda rahatlıkla kullanılan bir sözcük ve kavram olma niteliğine büründü. Güncel kullanımıyla bir çatı kavram olarak paradigma, belirli sınırlar koyan ve bu sınırlar içinde başarı için gerekli davranışları belirleyen kurallar ve yaklaşımlar sistemi, düşünce çatısı olarak tanımlanabilir.
Türk Dil Kurumu’na göre paradigma, değerler dizisidir. Düşüncenin, dünya görüşünün, eylemin, toplumun, kısaca insani olan her alanın örgütlenmesindeki ilke, geçerli olan model olarak paradigma sosyal bilimlerde özellikle yorumlama ve anlamlandırmada çok kullanılan bir sözcük ve kavram olmuştur. Günümüzde yaşanılan kaos ortamında bunalım, umutsuzluk, çaresizlik duyguları içeren yeni yaşam pratikleri bu yönde büyük bir paradigma dönüşümünü işaret ediyor.
Batılı paradigmanın, Rönesans ve Reform sonrası 16 ve 17. yüzyılda Avrupa’da doğan, 1789’da Fransız Devrimi ile siyasallaşan, Endüstri Devrimi ile artık iyice yerleşmiş olan modernitenin bittiği, yeni bir paradigmanın, postmodern dönüşümün ve dönenimin yaşanmaya başladığı ileri sürülebilmektedir. Önemli değişimler sürmekte olan düşüncenin ya da yapılmakta olanın yeni ve farklı olan ile değişmesi paradigma kayması olarak adlandırılabilir.
* Birden fazla doğru olacağını benimseyen postmodernizmin siyaset anlayışı da buna uygun olarak “siyasette her şey gider” uygulamasını benimser. Dış siyaset de dahil olmak üzere, siyasetin tamamında, artık “ya/ya da” tercihinden “hem o hem de bu” döneminde olunduğu kendini açıkça göstermektedir. Çelişkili, tutarsız ve kesinliğin benimsenmediği siyasal davranışlar sık rastlanan durumdur. Söylenenin tam tersinin söylenebilmesi, kesin bir duruş sergilemek yerine zıtlıkların birlikteliği özelliği olarak “hem o hem de bu”” anlayışı geçerli bir tavır olarak görülür. Bu anlayış aynı zamanda “mış” gibi davranmanın ve durumsal olarak “anlık” değişebilmenin de yolunu açabilmektedir. Kavramların çarpıtılması ve içeriklerinin boşaltılması sonucu, doğru ve yanlış da birbirine karışır ve böylece dün yanlış olan bugün doğru olabilmektedir.
* Sloganik bir dilin siyasette egemen olması sonucu, her kavram yasal sloganlara indirgenir duruma geldi. 1950’de “Yeter! Söz milletindir!” sloganı, 1970’lerdeki “İnsanca, Hakça Bir Düzen!” sloganları partilerin vizyonlarını ve eğilimlerini göstermede etkili olabiliyordu. Son dönemde akıllarda yer eden slogan olarak, İstanbul belediye seçimlerinde kullanılan “Her Şey Çok Güzel Olacak” örnek olarak verilebilir. Siyasetçiler bazı kelimeleri ve kavramları cümlelerinde, konuşmalarında ve yazılarında bolca kullanarak imajlarını güçlendirmek ister. Maliyetsiz bir kin, karşı koyma, temenni, eleştirme ve kutuplaşma bir de buna ek olarak olmayan şeyi olduğu gibi gösterme ise, hedef aldığı kitleye göre farklı etkiler yaratabilmektedir. Siyaseti rakibi neredeyse günlük darbeler vuracak bir biçimde sürekli olarak zedelemek ve yıpratmak yoluyla siyaset yapma tarzı gelişti. Olumsuz söylemler ve ataklarla iktidarı ve rakibi aşındırma sürekli halde yapılıyor günümüzde.
* AKP’de kişisel temas, sosyal temas isteyen kitleler için mitingler dahil olmak üzere, ev ziyaretleri ve armağan dağıtımları gibi kişisel iletişime aşırı derecede önem verilir. Kısaca, “CHP daha çok modernist bir siyaset anlayışı, uygulayışı ve örgüt yapısına sahipken, buna karşın AKP, daha çok postmodern bir siyaset anlayışı, örgüt yapısı ve siyasal iletişim uygulamalarına sahiptir,” denebilir.
CHP’nin daha çok ürün odaklı ve tek yönlü iletişim uygulamalarını tercih etmesi, AKP’nin ise pazar odaklı ve etkileşimli bir iletişimi çoğunlukla benimsemesi bu konuya örnek teşkil edebilir.
Clinton 1992 seçimlerinde “Önemli Olan Ekonomidir Aptal” sloganı ile kampanyasını yürütmüş ve başarı kazanmıştır. Benzer bir şekilde Demirel’in de söylediği gibi, “Boş tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur.”
* Siyasal pazarlama iletişiminde bir boyut, “imaj yaratımı” ya da “imaj yönetimi” olarak bilinen etkinliklerdir. Demirel’in kentliliği ve sınıf atlamışlığın göstergesi olarak bunun özlemini simgeleyen fötr şapkası, Ecevit’in halkçılığını simgeleyen kasketi birer simge olarak siyasetimizde yer edinmiştir. Erbakan’ın Versace kravatları, Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan’ın konuşmalarında giydiği “beyaz gömlek”leri, Erdoğan’ın şık ve modern giysileri
hep sınıf atlamanın, arzulanan yerlerin simgeleri olarak alt kesimlere sunulmuş ve umutları taze tutmanın göstergeleri olarak görülmüştür. Kanada Başbakanı’nın çok desenli ve renkli çorapları, söylediklerinden ve görüşlerinden daha önemli olabilmektedir.
* Herkesin gerçeği farklı olabilir, tek bir gerçek yoktur ve gerçek herkese ve her duruma göre değişir. Bu bakış, postmodernizmin pos-truth uygulamalarının gelişmesine ve yaygınlaşmasına da neden olmaktadır denilebilir. Aşure yapma ve yeme biçiminin, “Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır” sözünde olduğu gibi, “Herkesin doğrusu kendine” önermesi ile bu anlayış yaşama geçirilir durumda.
* Postmodern düşüncede insanlar farklı gerçekliklere, doğrulara inanabilmektedir. Gündemde olan doğruyu sevmemek, benimsememek, gerçek olana inanmayı sevmemek üzerine rahatlıkla yorumlar ve açıklamalar yapılabilmektedir. Olaylara siyasetin merceği ile bakmak, eğer takip ettiği medya kanalı kendi siyasal duruşuna uygun değilse, tüm haberler ve bilgiler yalandır çıkarımını yapmak olağandır. Artık güvenebilecek ve inanılabilecek evrensel otoriteler, uzmanlar, figürler yoktur ve bunları kitlelere sunan medya da bu değerlendirmeye dahil olur. Abartılı haber manşetleri ve içerikleri ile asılsız bilgi yayan haber kaynaklarının daha güvenilir olarak kabul edilmesi muğlaklıklara, kafa karışıklıklarına ve doğru değerlendirmeler yapılamamasına neden olabilmektedir. Ülkemizdeki medyanın “yandaş” ve “fondaş” sıfatları ile tanımlanması olarak yaşanan ayrışma, kutuplaşma tam da bunu göstermektedir.
* Post-truth dönemde artık bir olayın, bilginin, haberin doğruluğu değil, bireylerce neye inanıldığı önem kazanmıştır. Postmodern perspektifinden bakıldığında, yalan ve yanlış bilgi ile ilgili farklı uygulamalardan söz edilir.
1. Mezenformasyon (mis-information): Yanlış, doğruolmayan yanıltıcı bilginin paylaşılması, ancak zarar verme amaçlanmayan da kötü niyet barındırmaması durumudur. Mezenformasyon, bilmeden üretilip yayılan yanlış bilgidir ve yaşanan kutuplaşmanın da önemli bir nedeni olarak “Ya bizdensin ya da karşı taraftansın”zorlamasına zemin hazırlar.
2. Dezenformasyon (dis-information): Yanlış olduğu bile bile yayılan bilgiye dezenformasyon denir. Kasten yanlış haber verme, yanlış bilginin bilerek ve bir zarar verme amacı ile dolaşıma sokulmasıdır. Kitleleri yanıltmak ve gerçeği, doğruyu karartmak için, yalan, propaganda amaçlı, bilinçli olarak için yapılan bir uygulamadır.
* Siyasi geleneğin son temsilcisi ve 2000’li yılların başında iktidar olan AKP, milliyetçi-muhafazakâr bir kültürel kimliğin parçalarına sahip. Kendisi için yapılan, postmodern de denilebilecek bir yorumda “en altta ibadet, ortada sefahat, üstte devlet” olarak tanımlanan AKP gibi benzer bir yorum bizzat Cumhurbaşkanı tarafından da FETÖ için yapılmış ve “tavanı ihanet, ortası ticaret, tabanı ibadet” söylemi ile dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
Postmodernist olarak kurulduğu söylenen AKP bu tarihten itibaren, modernist bir anlayışla içe kapanarak daha milliyetçi muhafazakâr bir boyutta merkezleşmeye, otoriterleşmeye, hiyerarşileşmeye dönüşmekteyken, tam da modern bir parti olarak kurulan bir siyasi parti olan muhalefetteki CHP ise modernist bir parti olmaktan “çeşitliliğe”, “kapsayıcılığa” önem veren “millet ittifakı” anlayışı ile postmodern bir parti olmaya doğru yönelmektedir.
Yazan ve Derleyen Halit Yıldırım, Antalya, 12 Mayıs 2023