YÖK Anadolu Projesi-Bir Dijital Medrese Hikâyesi…
Bu proje ile yine geçmişte yapılan hataların üzerinde ve onları fırsata dönüştürerek “fikri iktidarın tesisi yolunda” önemli bir adım daha atılmıştır. Sadece geçmişteki hatalar değil, aynı zamanda pandemi nedeni ile de oluşan uzaktan eğitim zorunluluğu, bu konuda ideolojik bir fırsata dönüştürülmüş durumdadır.
Konuyla ilgili olarak her hangi bir yorum yapmadan, neden bu günlere gelindiği konusunda bir fikir sahibi olmak için objektif bir gözle tarihsel sürece kısa bir göz atmak gereği vardır. Bilindiği üzere, 1982 Anayasası ile anayasal bir kurum olduğu tescil olunan YÖK, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu çerçevesinde görevlerini yürütür. Birçok çevreler tarafından eleştirilere maruz kalmış olsa da ilk başkanı merhum Prof. Dr. İhsan Doğramacı döneminden itibaren Türk Yüksek Öğrenimine yadsınamayacak kadar önemli hizmetlerde bulunmuştur. Atatürk’ün 1935 yılında üniversite reformu sonrası zaman zaman yaşanan siyasal buhranlardan da etkilenen Türk Yüksek Öğrenimi, 1982 sonrası belirli düzenlemelere tabi tutulmuşsa da sorunlar, siyasal kaygıların güdülediği Ortadoğu ve ülkemize has pragmatist gayriahlaki’lik nedeniyle maalesef artarak devam etmiştir.
Türk Yüksek Öğrenimi ile ilgili olarak son 38 yılda yaşanan en büyük olumsuzluk, üniversite sayısının artırılması ve onun getirdiği sorunlar çerçevesinde yaşanmıştır. Bu sorunlar zaman içerisinde iki şekilde tezahür etmiştir. Artan üniversite sayısı, eğitim kalitesini artırmadığı gibi diplomalı işsizlerin sayısını artırmıştır. Bunun yanında akademisyen hiperenflasyonu oluşmuş. Sonuç olarak, akademik unvanların saygınlığı azalmış ve kalitesi de sorgulanır hale gelmiştir. Bütün bunların yanı sıra taşrada sayıları hızla artan üniversiteler gerçek anlamda bir medreseden öteye de geçememiştir. Bütün bunların yanında özlük hakları bakımından son derece avantajlı olan üniversite kadroları siyasal erkin müdahale alanı haline gelmiş, kayırma ve belirli bir siyasal dinsel görüş doğrultusunda kadrolaşmanın sonucunda bilimsel bilgi üretilmesi iyice olanaksız hale gelmiştir.
Hiç şüphe yok ki ülkemizde her ile üniversite açılmasının temelinde siyasal rant kaygısı yatmaktadır. Bu zorlama medrese yapılanmasından öteye geçmeyen tabela üniversiteleri, kuruldukları daha çok üniversite rektörlüklerinin ve bağlı fakültelerin yer aldığı olduğu il merkezlerinde ve ilçelerinde de meslek yüksekokulu şeklinde yapılandırılmıştır. Burada siyasal irade en ücra noktalar kadar üniversite açmak suretiyle bir ekonomik hareket beklentisi içerisine girmiş, öğrenci hareketliliğinin neden olduğu dönemsel nüfus artışının yerel ekonomiye katkı sağlayacağı beklentisini hep korumuştur. Buna bağlı olarak emlak ve gıda sektörü ile kafe ve restoran vb. sayısının artması istihdama bölgesel bir çare gibi düşünülerek ekonomik kalkınma olacağı savı hep ileri sürülmüştür. Aslında bu bir ölçüde doğru olmakla birlikte, siyasal iktidara yakın belirli menfaat grupları oluşturarak tekelciliği de sosyal adalete kast edecek şekilde tehdit eder olmuştur.
Artan taşra üniversitelerin mekânsal sorunları olarak niteleyebileceğimiz, derslik, eğitim araç-gereç, depo ve laboratuvar dışında, sosyal tesis, misafirhane ve yurt temini konusunda ek kaynak yaratmak bağlamında ekonomik bir yük de oluşturmuştur. Çoğunlukla taşra üniversiteleri rektörden fakülte dekanlarına ve yüksekokul müdürlüklerine kadar özellikle son 19 yıl içerisinde iktidar partisinin daha il başkanı düzeyinde bile doğrudan müdahil olduğu bir alan haline kaçınılmaz olarak gelmiştir. Birçok taşra üniversitesinde il başkanları zaten doğrudan atama yoluyla gelen üniversite rektörlerine talimat verir hale gelmiştir. Bu durum zaten son 38 yıldır gittikçe saygınlığını kaybetmiş akademisyenliği artık tasfiye etmiştir. Böylece 1935 yılından büyük emek ve fedakârlıklar ile Greko-Latin eksenli çağdaş anlamda kurgulanan üniversite kurumu, akademik kadrolardan başlayarak tasfiye edilmek suretiyle İslam coğrafyasının ve Ortadoğu’ya has Greko-Semitik kökenli eski ve geleneksel teokratik eğitim sistemine dönüşmüştür. Yani bir başka deyişle medreseleştirilmiştir.
Medrese nedir medreseleşme ne anlama gelmektedir?
Taşrada üniversite kurmak suretiyle “üniversite tabelalı medreselerin” sayılarının çoğaltılması eğitimin siyasallaşması ile birlikte “hami-sami” ilişkisini zorunlu kılar. Yani bir himaye eden ve bir de himaye edilen kavramının karşılıklı menfaati söz konusudur. İslam dünyasında İslam düşüncesinin teşekkülünden beri bu durum eğitim hayatının ana unsuru olmuştur. Özellikle medrese yani tedris edilen ders görülen yer anlamını taşıyan kelime batılı anlamdaki çağdaş üniversite kavramından tamamen farklıdır. Özellikle Osmanlı döneminde daha belirgin olarak eğitim kurumları başta medreseler, güç sahibi seçkinlerin kendi saygınlıkları için vakıflar üzerinden devleti söğüşleyerek güya hayır amaçlı kurdukları kurumlardır. Bu kurumlarda yapılan görevlendirmelerde de esas olan, himaye eden yönetici seçkinlerin (Padişah, Valide Sultan, Sadrazam, Vezir, Haseki vb.) kendilerine tabi olan kadrolar oluşturmaktır. Hami ve Sami olarak niteleyebileceğimiz hamiye itibar, sami’ye de geçim ve statü garantisi sağlayan bir yapılanma ile eğitim kurumları artırılmaya çalışılmıştır.[1] Kadrolaşma bu şekilde olunca çoğunlukla hami yani himaye eden kendisine itibar kazandıracak, ihdas ettiği kurumu meşhur edecek, ama hepsinden önemlisi teokratik bir devlet olan Osmanlı sisteminde, dine aykırı olmayacak hatta olması bile düşünülemeyecek çalışmalar yapmak isteme hakkındadır. Bu durumda, medresedeki müderris “daire-i İslam’da” olmak kaydıyla hamisinin sözünden çıkamayan sadece bilgi nakleden bir kişi olmak durumundadır. İslam dünyasında, İslam’ın doğası gereği bilimin dinden ayrı düşünülemeyeceği de göz önüne alındığında, nakli bilgi esas kabul edilir. Bu durumda da bilginin nakli sürecinde bilginin doğruluğundan ziyade nakledenin güvenilir olup olmadığı öne çıkmıştır. İşte himaye eden ile himaye edilen arasındaki karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı bu işbirliği medrese yapılanmasının asıl unsurudur. Gerekli finans desteği ise vakıflar sayesinde sağlanır, çoğu kez sağlık hizmetlerinin zorunlu gereksinimi de her medreseye bir şifahane eklemeyi zorunlu kılar. Sonuç olarak hamiye yani himaye edene bağlı çok sayıda hekimin maaş ve statüsünün de garanti altına alınması mümkün hale getirilmeye çalışılmıştır. Açıkçası, özel sektörde sağlık yatırımları ve vakıf üniversiteleri bu kapsamdadır.
Görülmektedir ki geleneksel İslam eğitim modelinde, din dışı hatta dinsiz bir alan olarak kabul edilen, kendi kaynaklarını kendisi yaratması nedeniyle de mesleki lonca örgütleri şeklinde kurgulanan hamiye/himaye edene tabi olmayan, Batı Avrupa kökenli üniversite kabul edilebilir bir kurum değildir.
YÖK Anadolu Projesi
Şimdi ülkemizin bu yoğun gündeminde, Türk Yüksek Öğreniminin bu kadar sorunu varken yeni bir proje daha ortaya atıldı. Bu projede birçok dikkati çeken husus olmakla birlikte, öncelikle projenin ismine dikkat çekmek isteriz. “YÖK Türkiye” değil de “YÖK Anadolu” ismi programlı ve bilinçli olarak seçilmiştir. Zira yukarıda anlattığımız gibi laik Türkiye Cumhuriyeti’nin batılı anlamda gerçekleştirdiği reform sonucu oluşturulan, milli görüş ve karşı devrim tarafından “dinsiz üniversite” denilen kavramın ulus devlet modeline kökten karşı olan, nihai hedefi “Teokratik Federal Anadolu İslam Cumhuriyeti” olan bir İslamcı İdeoloji tarafından YÖK Anadolu Projesi olarak lanse edilmesi ciddiye alınmaktan öte laik hukuk adına mücadele edilmesi gereken bir kavramdır. Kanaatimizce öyle gündem değiştirme vb gibi dar ve yeknesak olarak konuya bakmak vahameti hafife almaktır.
Kamuoyundan hatırlanacağı üzere 2016 yılından beri YÖK Bölgesel Kalkınma Odaklı Üniversite Projesi adı verilen ismi büyük içi boş sözde bir proje üzerinde çalışmaktadır. Bu proje aslında üniversite ve özel sektör işbirliğini ön gören pilot üniversite olarak seçilen 16 üniversite ile başlatılmıştır. (Tablo 1)
2016’da Seçilen Üniversiteler | ||
1 | Bingöl Üniversitesi | Tarım ve Havza Bazlı Kalkınma |
2 | Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. | Tarım ve Hayvancılıkta Farklılaşarak Bütünleşik Kalkınma Modeli |
3 | Düzce Üniversitesi | Çevre ve Sağlık |
4 | Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi | Tarım ve Jeotermal |
5 | Uşak Üniversitesi | Deri, Tekstil ve Seramik |
2018’de Seçilen Üniversiteler | ||
1 | Aksaray Üniversitesi | Spor ve Sağlık |
2 | Kastamonu Üniversitesi | Ormancılık ve Tabiat Turizmi |
3 | Muş Alpaslan Üniversitesi | Hayvancılık |
4 | R.T.E Üniversitesi | Çay |
5 | Siirt Üniversitesi | Tarım ve Hayvancılık |
2020’de Seçilen Üniversiteler | ||
1 | Artvin Çoruh Üniversitesi | Tıbbi-Aromatik Bitkiler |
2 | Bartın Üniversitesi | Akıllı Lojistik ve Bütünleşik Bölge Uygulamaları |
3 | Çorum Hitit Üniversitesi | Makine ve İmalat Teknolojileri |
4 | Kırklareli Üniversitesi | Gıda |
5 | Yozgat Bozok Üniversitesi | Endüstriyel Kenevir Alanında İhtisaslaşma |
6 | Bingöl Üniversitesi | Tüm paydaşlar ile proje değerlendirme toplantısı |
Tablo 1. Bölgesel kalkınma modeli için seçilen üniversitelerin kronolojik sırası
Tablo dikkatle incelendiğinde pilot olarak öngörülen bölgesel kalkınma odaklı üniversite projesinin bilgi üretmekten çok, tamamen meslek edindirmeye yönelik bir amaç taşıdığı görülmektedir. Zira zaten herhangi bir planlanma yapılmadan tamamen siyasal rant uğruna kurulan bu eğitim kurumları alt yapı yetersizliklerini o bölgedeki küçük orta ölçekli işyerleri ile işbirliğine zorlanmaktadır. O zaman bu durumda ihtisaslaşmanın öngörüldüğü alanlar dışındaki fakülte ve yüksekokullar nasıl idame ettirilecektir? sorusunu sormak gereği ortadır. Örneğin RTE Ünv. çay üretimi konusunda ihtisaslaşacak ise aynı üniversite içerisindeki tıp fakültesi ne işe yarayacaktır? gibi. Hitit Üniversitesi makine ve imalat teknolojileri konusunda ihtisaslaşacak ve bölgeyi kalkındıracaksa Kızılırmak Havzası için yaşamsal önem taşıyan sulama ve sulama teknolojileri ile tarımsal üretim teknolojilerinin nasıl geliştirileceği belirsizdir. (Katar ve UK sermayesi, limanlar dışındaki bu tür yatırımları finanse etmekten imtina edecektir). Örneğin, Kars Kafkas Üniversitesi’nin, peynir üretimi için bölgede eksen konumu ortadayken, yerli kırmızı ırk ve Zavot sığırı yetiştirilmesi konusunda hayvancılıkta neden pilot üniversite olarak seçilmediği konusu ayrı bir plansızlık örneğidir. Yine benzer şekilde, Düzce Üniversitesi ile ilgili olarak alternatif tıp uygulamaları ön plana çıkarılmak suretiyle bilimsel tıp ciddi sekteye uğratılmaktadır. Yani özetle bölgesel kalkınma odaklı üniversite projesi içi boş bir kavram olup ölü doğmuş bir çocuktur ve akademik özerklik ile uzaktan yakından ilgisi de yoktur.[2] Hiç birisi aslında çağdaş üniversite vasfını taşımayan bu kurumlar, ülke ekonomisine yük olmaktan ve siyasal iktidara yakın kişilere imtiyazlı kadrolar sağlayarak yandaşların özlük haklarını ve göstergelerini yükseltmek ve kıyak emeklilik sağlamak kaygısından başka bir amaç gütmemektedir.
Bölgesel kalkınma odaklılığı yutturmacası aslında özel sektördeki iktidara yakın yatırımcının kampüs olarak belirlenen hazine arazilerinde, ihaleleri siyasal iktidarın il yönetimleriyle koordineli olarak lojman, sosyal tesis vb yapmak, kantin işletmeciliği gibi, işin bir ucunu yerel mafya yapılanması şeklinde inhisarına aldığı yıllardır bilinmektedir. Bazı üniversitelerde teknokent kurulması da, bilimsel bilgi üretmek değil sadece teknokent inşaatları üzerinden, yüklü krediler kullandırılan ve para aklayan müteahhitlere avantaj sağlamaktan öteye gidemeyecektir.
YÖK Anadolu Projesi ile ilgili olarak, Covid 19 pandemisi nedeniyle uzaktan eğitim amacıyla oluşturulan dijital platform zeminin kullanılacağı, taşra okullarındaki kadroların takibinin doğrudan partili cumhurbaşkanlığı tarafından yapılacağı konusu da üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir diğer sorundur. Burada, Misak-ı Milli hudutlarını Dar-ül Harp olarak niteleyen İslami eğitim anlayışına göre mantıksal kurguda bir sorun yoktur. Çünkü İslam dünyasında eğitim konsepti himaye eden ve edilen arasında himaye edenin talimatı doğrultusunda yürüyen geleneksel anlayış üzerine kuruludur. YÖK Anadolu Projesi açıkça 2547 Sayılı YÖK Kanununun Madde 3, D fırkasına açıkça bir muhalefet olup aynı zamanda onu yok saymakla Anayasal bir ihlaldir.[3] Bu durumda YÖK kanunu zaten geçerliliğini yitirmiş olacaktır. Kanaatimizce, daha evvel değindiğimiz, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi çarpıcı örneğinde olduğu gibi vakıf üniversiteleri üzerinden yürütülen operasyon ile de 1935 Türk Yüksek Öğrenim reformu tarihteki yerini almıştır.
YÖK Anadolu Projesi, Teokratik Federal İslam Cumhuriyeti yapılanmasına en uygun model olup, MİLLİ egemenliği Tanrı adına tek bir kişinin riyasetine veren yapı için de en elverişli medrese şablonudur. Yukarıda dipnot no 2’de de bahsettiğimiz YÖK’ün Bölgesel Kalkınma Odaklı Üniversite Projesi Deklarasyonu aslında otokrasinin hamiliğinde külliyeden yapılmış ve ülkeye net bir mesaj verilmiştir. Açıktır ki YÖK Anadolu Projesinin, pandemi nedeniyle oluşturulan dijital platform üzerinde kolaylıkla inşa edilebileceği düşünülmektedir. Yasama-Yürütme-Yargının tek hâkimi olan Devlet Başkanı artık yeni Anadolu İslami devlet sisteminde kayıtsız koşulsuz YÖK’nun da hâkimidir. Zaten müdderislerin başı olarak verilen beyanattaki;
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini kurarken iki başlığa önem verdik. Bunlardan biri dijital dönüşüm, diğeri insan kaynakları ofisleridir. Her iki alanla da doğrudan ilgileneceğim. YÖK’ün bu seneki çalışmalarını aynı başlık altında belirlemiş olmasının isabetli bir tercih olduğunu görüyorum. Bu proje, pandemi döneminden önce başlamış ve dolayısı ile pandemi sürecinde üniversitelerimizde çevirim içi ve uzaktan öğretim modellerinde hızla yol almamıza vesile olmuştur” sözleri son derece veciz ifadeler ile doludur. Görülüyor ki, YÖK Anadolu Projesi’nde hangi öğretim üyelerinin sistem içerisinde yer alacağı konusu da yine yasama-yürütme ve yargının tek egemeninin inhisarına bırakılmıştır. Bu konudaki en önemli alt yapı adımı ise kıdemli ve taşra üniversiteleri arasındaki plansız eşleştirme vurgusudur. Zaten hatırlanacağı üzere, daha evvel Tıp Fakültelerine “gönüllük” temelli sözleşme formları imzalatılarak fiili görevlendirmenin hukuki emsalleri 38b maddesine aykırı olarak “de facto” olarak yürürlüğe konulmuştu.[4] Böylece eğitimde fırsat eşitliği yaratacağız derken, bölgesel kalkınma odaklılığı ve gönüllülük adı altında başlatılan hareket ile akademik kadro yükseltilmeleri daha da kolaylaşacak, yükseköğrenim tamamen imam-hatip kökenli kişilere devredilecek ve sıradanlaşacaktır (Tablo 2). Ancak burada bir başka sorun da gündeme gelecektir. Araştırma projelerinde ve eğitimde, ERASMUS ve Bologna Süreci dışında yurt dışında partner seçilecek hangi üniversitelerle mezuniyet öncesi ve sonrası öğrenci değişimi yapılacağı, yapılacak işbirliğinin boyutları, yapay zeka uygulamalarında ne tür bir katkı oluşturulacağı de ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Bu konuyla ilgili görüşlerimizi ve uzaktan eğitimin uluslararası boyutlarını ise başka bir yazımızda tartışacağız.
Tablo 2. YÖK Anadolu Projesi sayfasından alıntılanmıştır. Dijital dönüşüm için TUBİTAK-ULAKBİM ile dijital platformda öncü olarak nitelenen Sakarya Üniversitesi listede yoktur. Bazı kapanan bölümler anlamsız bir şekilde eşleştirmeye dahil edilmiştir. Belli ki yine ideolojiye dayanan yanlı akademik yükseltmelere dayalı kadrolaşmanın ön plana alındığı ve daha da basitleştirildiği “dijitalize medreselerin” oluşturulacağı bir ortam yaratılacaktır.
Dipnotlar:
[1]Hz.Nuh’un oğulları Ham ve Sam da bu kökenden gelir. Eğitimde, İlkçağlardan beri Ortadoğuda yerleşmiş Greko-Semitik geleneği vurgulamak için kullanılmıştır.
[2]BÖLGESEL KALKINMA ODAKLI ÜNİVERSİTELERİN CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLLİYESİNDE İLANI Bölgesel Kalkınma Odaklı Üniversiteler 2016-2017 ve 2018-2019 Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen Akademik Açılış Yılı törenlerinde Bölgesel Kalkınma Odaklı çalışmalar için çeşitli aşamalar sonucunda seçilen üniversiteler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilan edildi.
[3]Madde 3 – (Değişik: 17/8/1983 – 2880/1 md.)
Bu Kanunda geçen kavram ve terimlerin tanımları aşağıda belirtilmiştir.
- a) Yükseköğretim: Milli eğitim sistemi içinde, ortaöğretime dayalı, en az dört yarı yılı kapsayan her kademedeki eğitim – öğretimin tümüdür.
- b) Üst Kuruluşlar: Yükseköğretim Kurulu ve Üniversitelerarası Kuruldur.
- c) (Değişik birinci paragraf: 29/6/2001 – 4702/1 md.) Yükseköğretim Kurumları: Üniversite ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunların bünyesinde yer alan fakülteler, enstitüler, yüksekokullar, konservatuvarlar, araştırma ve uygulama merkezleri ile bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı meslek yüksekokulları ile bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın ve kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından kurulan meslek yüksekokullarıdır.
(Değişik:3/4/1991 – 3708/1 md.) Yüksek teknoloji enstitüsü, özellikle teknoloji alanlarında yüksek düzeyde araştırma, eğitim – öğretim, üretim, yayın ve danışmanlık yapan, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip bir yükseköğretim kurumudur.
- d) Üniversite: Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip yüksek düzeyde eğitim – öğretim, bilimsel araştırma,yayın ve danışmanlık yapan; fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan bir yükseköğretim kurumudur.
- e) Fakülte: Yüksek düzeyde eğitim – öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan; kendisine birimler bağlanabilen bir yükseköğretim kurumudur.
- f) Enstitü: Üniversitelerde ve fakültelerde birden fazla benzer ve ilgili bilim dallarında lisans üstü, eğitim – öğretim, bilimsel araştırma ve uygulama yapan bir yükseköğretim kurumudur.
- g) Yüksekokul: Belirli bir mesleğe yönelik eğitim öğretime ağırlık veren bir yükseköğretim kurumudur.
- h) Konservatuvar: Müzik ve sahne sanatlarında sanatçı yetiştiren bir yükseköğretim kurumudur.
[4]Konuya daha evvel bir başka yazımızda değinilmişti. Geçen ay içerisinde YÖK tarafından tıp fakülteleri ile afiliasyon anlaşması yapmış olan Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerin başhekimlerini ilgili tıp fakültelerinin öğretim üyeleri kadrolarının üzerinde konumlandıran sözleşme dayatması bir fişleme niteliğindedir. Dijital platformda görevlendirilecek “yasama-yürütme-yargı” nın başı tarafından belirlenecek öğretim üyeleri de ayrıca mercek altına alınmak durumdadır.