Zamanı Kazanmak
“Sana beş dakika içinde hazır olacağımı söyledim, her yarım saatte beni çağırmayı bırak!” Marilyn Monroe (1926-1962)
“İnsan zamanı ölçer, zaman da insanı.” İtalyan atasözü
Zaman, çoğu kez, parmaklarımızın arasından biz farkında olmadan kayıp giden ince bir altın tozuna benzetilir. Zaman-Yaşam-Ölüm… Anlamlı bir üçlü ve algılayabilen her canlının vazgeçilemez bir birlikteliği… Aslında sonuncusundan konuya yaklaştığımız da “ölüm”; insanoğlu olarak dünyaya gelirken “yaşam” adı altında bize ödünç olarak verilmiş olan zamanın tükenmesi değil midir? Burada önemli olan yaş veya yıl sayısının çokluğu-azlığı değil, yaşamın bir bedeli olarak alınan zamanın algılama uzunluğudur.
Hayatımız boyunca zamanı iki türlü gözlemleriz: yaşarken ve ardından geçmişe bakarak. Genelde bu ikili bakış işimize yarar. Aynı zamanda bize zamanın birçok gizeminin anahtarını da sunar. İki algı-ileriye yönelik ve geçmişe yönelik- örtüşmediğinde zaman kafamızı karıştırır.
Daniel Gilbert, insanlara piyango kazanma şansını yakalarlarsa veya felç geçirme talihsizliğini yaşarlarsa hayatlarının nasıl olacağına dair fikirlerini sormuştur. İnsanlar piyango kazanırlarsa, şampanyaların su gibi aktığı kutlamalar, devasa bir çekin arkasında fotoğraf çektirme, spor araba test sürüşleri ve arkadaşlarla tatiller hayal etmiştir. Sonu gelmez eğlence vardır. Felç geçirme durumunda ise geçirecekleri yıkıcı şoku, işlerini kaybedişlerini, evlerini uygun hale getirme çabalarını düşünmüşlerdir. Her şey mahvolmuştur. Her iki durumda da ilk etkiye odaklanmaya eğilimliyizdir ve etkinin uzun süreli olacağını varsayarız. Alışacağımızı düşünmeyiz. İster neşe ister çaresizlik olsun, ilk duyguların bazıları geçecektir.
Sıkıntı, endişe ve mutsuzluk zamanı yavaşlatır ama hiçbiri çekici ruh halleri değildir. Zamanın hızlı geçtiğini hissediyorsak, büyük ihtimalle dolu dolu ve tatmin edici bir hayat sürdüğümüzü düşünebiliriz!
Bugünkü tema: Zaman ve Zaman Kazanma…
Claudia Hammond’un ülkemizde ilk basımı Mayıs 2022’de yapılan “Zamanı Kazanmak –Time Warped” adlı eserine şöyle bir giriş yapar:
“Bu kitapta zamanın hızlanmasının ve yavaşlamasının sadece bir illüzyon mu olduğunu, yoksa beynimizin farklı anlarda zamanı farklı algıladığını mı sorgulayacağım. Zaman algısı-bireysel olarak zamanı algılamamız, birey olarak zamanı hissetmemiz-uçsuz bucaksız, etkileyici bir konudur çünkü zaman bizi hep şaşırtır; bizimle oynadığı oyunlara asla alışamayız. Güzel bir tatil hızla geçer; daha otele yerleşir yerleşmez dönüş uçağı için bagajımızı toplama zamanının geldiğini düşünürüz. Oysaki eve gelir gelmez uzun zamandır evden uzaktaymışız gibi hissederiz. Aynı tatil için böyle zıt tecrübeleri yaşamak nasıl mümkün olabilir?”
Ben de okunası bu eseri derledim ve sizlerle paylaşıyorum. Bu safhada öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:
* Zamanda ileri gidebilmemizi sağlayan garip yeteneğimiz-ileri görüşlülük- belleğimizin tam tersidir ve birbirlerine bağlılardır. Zihnimiz geleceği anlamlandırmak için hem mekân algısını hem de anılarımızı kullanır. İnsanlar günde ortalama 59 kere veya uyanıkken yaklaşık her 19 dakikada bir geleceği düşünür. Bu alanda çalışan araştırmacılar sarsıcı bir bulgu ortaya koymuşlardır: Geleceği tasarlamak beynin bir kusurudur. Fakat işe yaramaz bir düş kurmak veya hayatını hayallerle geçirmek değildir. Geleceğe zihinsel olarak yolculuk yapmak önemlidir ve işimize yarar. Yargımızı, duygusal durumumuzu ve bazen kötü sonuçlara neden olsa da karar vermemizi etkiler. Geleceği düşünmeye yaptığımız keşif yolculuğu belleğimizin geçmişle ilgili yanılmasına dair de şaşırtıcı şeyler sunmaktadır.
* Psikologlar birçok inanılmaz şey keşfetmiştir: hazır yemek yemenin bizi sabırsız kılması, sıranın sonunda bekleyen insanlar zamanın yavaşladığını hissederken sıranın başında bekleyenlerin hızlandığını hissetmesi, kızgın bir insanın zamanı daha yavaş geçiyor gibi hissetmesi bunlardan birkaçıdır. Tatillerin hızla geçmesine rağmen sonrasında çok uzun sürmüş gibi hissetmemizle ilgili bahsettiğim “tatil paradoksunu” açıklayan kendi teorim de var.
* Harvard Üniversitesi’ndeki araştırmacılar 83 ülkeden 5 bin kişinin zihinlerini düş kurdukları sırada gözlemlemek için bir telefon uygulaması kullandılar. Uygulama insanlara rastgele aralıklarla o an ne kadar mutlu hissettiklerini ne yaptıklarını ve yaptıkları işin dışında bir şey düşünüp düşünmediklerini soruyordu. Araştırmanın sonunda zamanın üçte birinde insanların zihni düş kurmakla meşguldü. Tek istisna cinsel ilişkiydi. O sırada insanlar yaptıklarına konsantre olduklarını iddia ediyorlardı (ancak nasıl oluyorsa telefonlarına da bakabiliyorlardı).
* Bir futbol maçının son beş dakikasını izlediğinizi ve takımınızın yenerken veya yenilirken zamanın ne kadar farklı ilerlediğini hayal edin. 1-0 yeniliyorsanız beş dakika yeterince uzun bir süre değildir. 1-0 yeniyorsanız zaman yavaşlıyor gibi gelir, diğer takımın skoru eşitlemek için hak ettiklerinden çok daha fazla şansa sahip olduğunu düşünürsünüz.
* İki kardeşe zamanı nasıl algıladıklarını sorduğumda, 8 yaşındaki Ethan, “Dişimi fırçalarken iki dakika çok uzun geliyor ama televizyon izlerken iki dakika çok hızlı geçiyor,” demişti. 10 yaşındaki Jake ise, “Alışveriş yapan birini arabada bekliyorsan kendin alışveriş yaptığında geçenden daha uzun süre geçmiş gibi geliyor,” diye gözlemlerini belirmişti. Bu çocuklar zamanın son derece bireysel olduğunu çoktan fark etmişlerdi.
* Yapılan deneylerde depresyondaki insanlardan zaman tahmini yapmaları istendiğinde, depresyonda olmayanlara göre nerdeyse iki kat daha uzun zaman geçtiğini tahmin etmeleri bu durumu onaylamaktadır. Yani başka bir deyişle onlar için zaman normaldekinin yarısı hızda ilerlemektedir. Bu durum, neden depresyonun zamanı algılama rahatsızlığı olarak dikkate alınmadığını merak etmeme sebep oluyor. Ya da belki de zamanın yavaşlaması depresyonun bir sebebidir ve ardından bu durumun devam etmesi depresyondan çıkmayı giderek zorlaştırmaktadır.
* Üç sayısı zaman algısı araştırmalarında sürekli öne çıkar. Konuştuğumuz dil üç saniyelik ritmik yapıdadır ve şairler üç saniyelik dizeler yazarlar. Üç, bize çekici gelen bir zaman aralığıdır. Radyo programları arasındaki üç saniyelik seslerden bilgisayarın rahatsız edici açılış sesine kadar her yerde karşımıza çıkar. Etnograf Margret Schleidt dört farklı toplumla-Avrupalılar, Kalahari Buşmanları, Trobriand Adalıları ve Yanomami Yerlileri-çalışarak onların günlük yaşamlarını ve her hareketlerinin zamanlamalarını filme çekmiştir. Dört kültürde de el sıkışmanın-tahmin ettiğiniz gibi-üç saniye sürdüğünü bulmuştur. Burada el sıkışmanın süresiyle ilgili konuşulmamış bir anlaşma var gibi görünmektedir. Daha uzun veya daha kısa sürerse anında dikkatinizi çeker. “Anın” ne kadar sürdüğüne dair yapılan birçok deneyde de üç saniye ortaya çıkmaktadır.
Hafızayla ilgili birçok klasik araştırma bir şeyi yazmadan veya uzun süreli hafızaya almaya çalışmadan aklımızda sadece üç saniye tutabildiğimizi göstermektedir. Yani biri size bir telefon numarası söylerse ezberlemişsiniz gibi hemen çevirebilirsiniz ama dikkatiniz dağılırsa (bir telefon konuşmasını bitirip yeni numarayı çevirmek için geçen süre bile yeterli olacaktır) veya üç saniyeden fazla beklerseniz zorlanırsınız. Adeta beyin her birkaç saniyede bir yeni bir şey olup olmadığını sorgular.
* Beynimizde zamanın geçişini ölçen bir tür saat var gibi görünmektedir ve bu saati etkileyen üç etken vardır: dikkat, duygular ve bellek. Bu ölçüm bir saat veya bir seri vuruşla oluşabilir. Sadece tek bir sorun vardır: Kimse bu saati bulamamaktadır.
* Otobiyografik bellek iki türe ayrılabilir: yeni bir okulun ilk günü gibi belli başlı kişisel tecrübelerden oluşan eylemsel bellek ve hayatımız ve dünyayla ilgili bilgilerimizi içeren anlamsal bellek ki gittiğimiz okulun hangi şehirde veya kaç öğrencisinin olduğu gibi gerçekler burada yer alır. Kendi anılarımızı anlamlandırabilmek için zaman kavramımıza güveniriz. Ne zaman kendi hayatımızdan bir hikâye anlatsak olayları bağlamak, bir zaman çizgisine koymak ve birbirlerini nasıl etkilediklerini açıklamak bize doğal gelir.
* Yaşlandıkça zamanın hızlandığını söylemek ne kadar yaygın olsa da bunu kanıtlamak şaşılacak derecede zordur. İnsanların kendi geçmişlerine bakmalarını isterseniz, zamanın gençliklerinde deneyimlediklerine göre daha hızlı geçtiğini hissettiğini söyleyeceklerdir ama bu söylem yıllar önce zamanı nasıl hissettiklerine dair anılarına dayanır. Şimdi 75 yaşında olan bir kimse 25 yaşındayken zamanın nasıl geçtiğini sormamıştır; yani günümüzün gençleriyle günümüzün yaşlıları arasında yaptığımız kıyaslamaya dayanmak zorundayız. Bu durum yaşlandıkça kişisel zaman algılarının değil hayatın temposunun genel anlamda değiştiği olasılığını ortaya çıkarır.
* Kişisel hayatınızda bir olayın yaşandığı tarihi bulmak için iki ay sınır zamandır. Araştırmalarda defalarca ortaya çıkmıştır. Bir olay iki aydan önce gerçekleştiyse düşündüğünüz tarihin öncesinde gerçekleşmiş olması muhtemeldir. Yani altı ay önce gerçekleştiğini düşünüyorsanız, bir ay daha eklerseniz gerçek tarihe daha fazla yaklaşırsınız. Sekiz sene önce olduğunu tahmin ediyorsanız büyük ihtimalle dokuz sene önce olmuştur. Sosyal olayların tarihini belirlemekte daha fazla zorlanırız ve bu olayların beynin farklı bir yerinde işleniyor ve saklanıyor olması mümkündür.
* Bir haftalık bir tatili ele alalım. Yerleşmeyle geçen birkaç günün ardından gitmek için koşturmaya ve ne zaman havalimanına gitmeliyim diye düşünmeye başlamadan önce iki veya üç gününüz vardır. Tatil göz açıp kapayıncaya kadar biter. Diğer taraftan eve varınca garip bir şey olur. Tatilinize geri dönüp baktığınızda uzun bir süreyi uzakta geçirmişsiniz gibi gelir. Gerçekten sadece bir hafta mı geçmiştir? Aynı zaman diliminde gerçekleşen fakat birbirinin zıttı iki zaman tecrübesiyle baş başasınızdır. Tatildeyken zaman hızlıca geçmiş gibidir ama sonrasında yıllarca uzakta kalmış gibi hissedersiniz. Tatil ne kadar uzunsa bir şeylerin yanlış olduğu hissi o kadar güçlüdür. Bu duruma Tatil Paradoksu denir.
Bir kez daha William James her şeyi bizim için özetlemiştir: “Genelde yeniliklerle ve ilginç deneyimlerle geçen zaman hızlı, geri dönüp bakıldığındaysa yavaş gelir. Diğer yandan boş tecrübelerle geçen zaman yavaş, geçmişe bakıldığındaysa kısa gelir.”
* Aslında beyinde geçmişi hatırlamakla görevli olan bölgelerin çoğu geleceği hayal etmemizi sağlayan bölgelerle üst üste binmektedir. Hatıralar yeniden yapılandırma işleminin esaslarındandır. Bir olayı tekrar tecrübe etmek istediğimizde kütüphaneye gidip bir kaset almayız. Anıyı zihnimizde yeniden canlandırırız, hatta olaya bakışımızı değiştiren yeni bilgiler edindiysek anıyı da değiştiririz. Buna benzer bir süreç geleceği hayal ederken de gerçekleşir.
* Geçmiş daha canlı betimlemeler sunsa da duygusal tepkilerde gelecek daha kuvvetlidir. Araştırmacılar beklentilerin geçmişi anımsamaya göre olumlu da olsa olumsuz da olsa daha güçlü duygular oluşturduğunu göstermiştir. Bir tatilin beklentisi tatilin kendisi kadar iyi ve hatta kendisinden daha iyi olabilir
* Kumarbazlar gelecekte daha şanslı olacaklarına inanırlar. Kazanma şansı yüksek bahislere oynarlar ve daha düşük ihtimallileri geleceğe bırakırlar. Öğrencilerden geçmişten ve gelecekten on olay söylenmeleri istendiğinde gelecek olayların daha olumlu olduğu görülmüştür. Bu iyimserliğin, yaşlarının bir yansıması olduğunu düşünebilirsiniz ama 75 yaşındaki çoğu insan bile geleceklerinin geçmişlerinden daha iyi olacağına inanır. İnsanların gelecekte yaşanabilecek olumsuz olayları düşünmeleri geçmişteki olumsuz olayları hatırlamalarından daha uzun zaman alır.
* Beynimizin sadece yüzde onunu kullandığımız tamamen bir efsanedir. Hiçbir şey düşünmeden kıpırdamaksızın yattığımızda bile beynin birçok bölümü aktiftir. Geleceği kavrayışımızla ilgili en etkileyici bulgulardan biri tam burada devreye girer. Beynin geleceği düşünmeyle ilgili üç ana bölgesi doğal işleyişin parçasıdır. Beynimiz meşgul olmadığı zamanlar geleceği kurgulamaya programlanmış gibidir. Meditasyon yaparken oturup, düşüncelerin gelip geçişini gözlemlemeniz söylenir. Bir an için bile olsa bunu denediğinizde gelecekle ilgili düşüncelerden kaçmanın zor olduğunu fark edersiniz.
* Son 50 sene içinde gerçekleşmiş beş farklı zaman araştırması, ortalama bir Amerikalının yarım asır öncesine göre haftada altı ila dokuz saat daha fazla boş zamanı olduğunu ortaya çıkarmıştır. 2010 yılında gerçekleştirilen Amerikan Zaman Kullanımı Anketi, erkeklerin günde 5 saat 48 dakika boş vakti olduğunu, kadınların ise (ne komiktir ki) günde 5 saat 6 dakikayla daha az boş vakti olduğunu ortaya koymuştur.
* “Akış”, Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi[1] tarafından tanımlanmış özel bir ruhsal durumdur. Elinizdeki işe fazla yoğunlaştığınız için başka bir şey düşünmeme ve belli bir süre sonra ne kadar zaman geçtiğini bilememeniz anlamına gelir. Bu, çok meşgul olmaktan farklıdır. Zihnimiz tamamen elimizdeki işe odaklanmıştır; geleceğe ya da geçmişe akıp gitme yoktur. Sizde bu etkiyi yaratan bir aktivite bulursanız, zamanın geçişini sıkılmadan yavaşlatabilirsiniz. Bu aktivite bir müzik aleti çalmak, koşmak veya bahçıvanlık olabilir. Sizde bu etkiyi neyin yarattığını biliyor olabilirsiniz. Bende resim yapmak yaratır. Seyahat ettiğimde yanıma küçük bir çizim defteri alırım ve fırsat bulduğumda çizim yaparım. Hemen tüm dikkatimi resme ve çizdiğim manzaraya veririm. Her zamankinden daha sakin hissederim. Bu süreçte özbilincimizi kaybeder ve yaptığımız işin sonucu yerine sürecine tamamen dahil oluruz.
* İnsanların zamanı nasıl deneyimlediğini ve kullandığını anlamak daha üretken toplumlarda daha iyi yaşamamıza yardım eder. Bunlar cesur iddialar olabilir ama kendi avantajımız için nasıl kullanmamız gerektiğini bilirsek bolca zamanımız vardır. Bu olağanüstü boyut üstünde asla tam kontrol sağlayamayacağız. Yapabileceklerini ne kadar öğrenirsek öğrenelim zaman algımız değişecek, kafamızı karıştıracak, bizi şaşırtacak ve eğlendirecektir.
Halit Yıldırım, Ankara, 12 Nisan 2024
[1] AKIŞ-MUTLULUK BİLİMİ-Prof. Dr. Mihaly Csikszentmihalyı